Hiç şüphesiz Mona Roza şiiribu yüzyılın en güzel şiirlerinden ve en büyük aşklarından biri olarak tarihte yerini aldı.

Son günlerde edebiyat mecralarında konuşulur oldu. Cemal Süreya’ nın soyadından bir harf eksilttiği, Sezai Karakoç’un uğruna hiç evlenmediği Muazzez Akkaya yıllar sonra konuştu. Sezai Karakoç’u ölmeden 1 ay  önce Fenerbahçe sahilinde gördüğünü söyleyen Muazzez Akkaya belli bir süre göz göze geldiklerini ama konuşmadıkları son zamanlarda yerini aldı. Aslında demişti şair “Bir bakışın ölmem için yetecek, anla roza ben bir deliyim” derken…

Ve 1 ay sonra Sezai Karakoç’un ölüm haberi yayılır. Muazzez Akkaya anlar ki o kişi Fenerbahçe sahilinde gördüğü Mona Roza’nın sahibi Sezai Karakoçtur. Bu şiir 1950 li yıllarda yazılmış olsa da 2000 li yılların başında büyük bir yankı uyandırmıştır. Özellikle muhafazakar kesim tarafından çok konuşulmuştur. Öyle ya bir kalbi var insanın her zaman hatırlanmaya hazır… Selçuk Küpçük tarafından seslendirilmesi ve araya Yavuz Bülent Bakiler’den mısralar alınması şiirin efsunlu gücünü daha çok artırmıştır. Açıkçası büyüklerimizden öğrendiğimiz bu şiir bize şiirin kapısını açmaya yetmiştir. Her kıtanın ilk satırının birinci harfi ile Muazzez Akkaya’ın ismini tamamlaması farklı bir akrostiş katkı sağlamıştır.

Büyük düşünür, fikir adamı Sezai Karakoç son yıllarda çok ilgi gördü. Diriliş anlayışı tezlere konu oldu. Hakkında doktora tezi bile hazırlandı. Birçok ödüle layık görüldü. Ama onun mütevazı yaşantısı her şeyin önündeydi. İstanbul’un göbeğinde Şehzedabaşı Caminin avlusuna gömülmek arzusu vardı ve bu arzusu gerçekleştirildi. Ruhunu teslim ettiği 16 Kasım 2021 tarihinde en sevgilisine kavuştu. Şehir kavramı onun şiirlerinde hep yer etmiştir. Kendi tabiriyle “gökte yapılıp yere indirilen şehir” Kudüs, onun için şehirlerin şehridir. Şehirlerin içinde şehre yabancı olarak yaşamak onun yürüyüşünden bellidir. Dünyaya meyli yoktur şairin… Dağılmış İslam alemini kalbine her geçen gün dert olmaktadır. Yorgundur. Ve dünya sürgününü yorgun tamamlamıştır.

Ve Muazzez Akkaya…

Bu aşkın en kırılma noktasını Fenerbahçe sahilinde Sezai Karakoç’u gördüğünde anlatır. Aslında oturup konuşmak isterdim demesi de içime ok saplanan söz olmuştur. Sahi, otursalar ne konuşurlardı acaba? Bir Mona Roza okuma müddeti kadar hayat onlara şans verir miydi? Muazzez Akkaya’ın bir bakışı şairin ölmesi için yetecek miydi?En önemlisi bir aşkın başlangıcında duran seçkin bir muhataptı.

Biliyordu Sezai Karakoç, birbirleri ayrı dünyaların insanlarıydı. Mona Roza belki de vuslat ihtimali olmayan aşktan kalan sadece bir şiirdir. Mülkiye yıllarında babasına evlenmek istediğini belirten bir mektup yazar. Babasının cevabı olumsuz olunca Rüzgar şirini yazar.

Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım, Gelin duvağından kopan bir rüzgâr...
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım; Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...

O ceviz dalları, o asma, o dut, Gül gül, mektup mektup büyüyen umut...
Yangından yangına arda kalmış tut. Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar.

Muhabbet sürmüştü bir mektup gelinceye kadar… Sonrası yalnız başına kalbine edeceği uzun süren yolculuk kalmıştı.

Muazzez Akkaya Sezai Karakoç’un hayatından tam farklı olarak güzel bir hayat yaşadığını vurgular. Yaşama sevinci yüzünde çizgilerin arasına kadar yerleşmiştir. Güzel bir evlilik yaşadığını söyler. Ama söyleyeceklerinin arasında en acı olanı da Sezai Karakoç hakkında “keşke evlenseydi “olacaktır. Çünkü Sezai Karakoç mutlak bir aşk biriktirmişti kalbinde. Hiç evlenmemişti. Muazzez Akkaya 4 çocuk (3 kız 1 oğlan) annesi olacak kadar şanslı, fakat evlat acısı acısı çekecek kadar hüzünlü insandır….

Sonuçta şairin dediği gibi kavuşmaların mahşere kalma gerçeği ortaya çıkıyor. Bilmiyorum kaç insanın içi Sezai Karakoç, hayatı Muazzez Akkaya, yaşantısı Mona Roza dır…. Şiirle kalın dostlar….