Ölüm, savaş, gözyaşı, kan ve çocuk sesleri…             Çocuk kavramı ile ölüm, gözyaşı, savaş ve kan kavramlarının hiçbir zaman bir arada olmaması gerekir. Bir yazıya kesinlikle böyle başlanmaması gerekir. Çünkü çocukların ağladığı bir dünyada, bütün kahkahalar zalimdir. Çünkü gülecek kadar mutlu değiliz aslında. Sadece çocuklar mı? Tabi ki değil. Tüm insanlar ve tüm insanlık.

            Seni böyle yazmak istememiştim ben Gazzeli çocuk Seni tanımadan önce, parkların ölüm şehri olduğunu akletmemiştim. Akletmemiştim henüz ölecek kadar büyük olduğunuzu. Yüzümdeki tebessüme anlam veremeyecek kadar şaşkınım. Parmaklarım elimdeki simide yabancı Kaşığım çayıma… Mutluluk kimlerin kollarında geziyor şimdi Sevinç, hangi kentlerin yağmuru oldu. Sadece satır aralarında takılı kaldı gücümüz Andolsun ki; Şehirlerinizde tekerleriniz özgürce dönmediğinde. Ve ellerinizdeki kirlere sevimli bakmadığınız sürece İçimizdeki gece kavuşamayacak hiçbir sabaha Ve yine andolsun ki; Siz gülmediğiniz sürece gülmeyecek yüzümüzün çocuk yanları.

            Seni böyle tarif etmek istememiştim ben Gazzeli çocuk. Taşların seni ne kadar büyüttüğünü anlatmak istememiştim. Kendinden büyük yüreğin vardı senin. Bunu bilmemeliydin. Bunu kendin bile bilmemeliydin. Saçlarını karışmış çocukluğunla. Her mevsim sen yeniden doğmalıydın. Ve sabah şımarık bir çocuk tadında gelmeliydi pencereden odanıza

            Seni böyle bilmemeliydim Gazzeli çocuk. Yaşamın ölümden farklı olduğunu. Anlatmalıydım sana, anlatmalıydı sana şairler dönemeçli şiirlerle. Ama senin yaşayacak kadar vaktin olmuyormuş. Oysa Rachelde bahsetmek isterdim sana. Hani vardı ya kimse yok iken ben varım diyebilen kadını. Yüreği bir erkekten daha güçlü olan Racheli anlatmak isterdim sana. Şimdi kelimelerim onu anlatamayacak kadar cılız, Kalbim susuz sahra. Ve bizler buğuz edecek kadar aciziz aslında. Maalesef kara gözlerinizde ölüm uykuları büyüyor. Ölüm yaşlanıyor artık coğrafyanızda. Ve esmer teninizde babadan kalma korkular… Senin o güzel sesini duymadan ölmemeliydi kuşlar. Ey gazzeli çocuk kuşlar konmalıydı oysa hep omuzlarına. Üzerindeki cennet kokunu farketmiş olmalıydı çiçekler. Sesinde çoğalan o özgürlük şarkıları. Söylenmeliydi hep seninle beraber. Söylenmeliydi ölmüş çocukların ruhlarıyla. Selam olsun cennet de yer edinmiş esmer bakışlı çocuklara. Selam olsun bize uzaktan el sallayanlara.

            Şimdi kendimize dönelim. Kendimize, evimize ve kalbimize. İnsanların inançlarının kaybettirilmesi isteniyor. Bizler evimizin neden 4+1 değil de, 3+1 olmasını dert ediniyoruz. Çocuklar ölüyor, çocuklarımızın eziyetleri bize dert oluyor. Rabbim, bunları dert etmeme gücü ver bize. Kendi evimiz olduğu gibi çocuk ve torunlarında ev tedariklerinin peşindeyiz. Unutma insanoğlu bir şehir gidiyor, bir inanç yıkılmaya çalışılıyor. Filistin sokakları kan revan ve hüzün içinde. Unutulmuş hepten kapı numaraları bile.

            Cep telefonlarımızın daha yüksek çözünürlükte olması gerekiyormuş. Hüznün fotoğrafı çok açık. Bakabilirsen yani bakabilirsek.Yaşamak böyle şey dostlar. Sisler arasında yaşamak ve uzakları görebilmek…Ağlayalım hepten eğer ağlayabilirsek.

             Akşam eve gittiğinizde çocuğunuzun başını okşamayı unutmayın. Gazze de çocuklar öldüler. Yemeği beğenmeyip eşinize kızmayın. Mücahitler hurma ile karnını doyuruyorlar. Ayakkabılarım olmadığı için üzülürdüm, ta ki sokakta ayakları olmayan adamı görene kadar.”Demiş Balzac… Tam da bu noktada olmalıyız. Ve İslam kazanacak eninde, sonunda… Çok yaşa, hep yaşa Filistin… Bir gün sende güleceksin, Sen güleceksin, biz güleceğiz, İslam gülecek…