Yıllar önce NTV de ana haber sonrası Oğuz Haksever o şiirsel sesiyle "Ve İnsan" programını sunardı.


Bu, izleyiciyi haberlerin vermiş olduğu ortamdan biraz uzaklaştırır, insanı başka dünyalara götürürdü. Yaşamın insani yanı ekrana taşınırdı. Halâ devam ediyor mu bilmiyorum ama kültürel olarak bundan çok beslendiğimi söyleyebilirim. Oğuz Haksever, yanı başımızdan gelip geçen, dikkat etmediğimiz ve kameralara yansıyan "öteki" insan öykülerini  aktarıyordu. Hayatın içinden insan manzaralarının yer aldığı programda  her şeye rağmen yaşamaya çalışanlar, farklılık arayanlar, hayatın ağır yükünü taşıyanlar, gündemde kendine yer bulanlar, savaşların madurları, insani yardım çalışmaları ve insan öyküleri  ekrana geliyordu.Oğuz Haksever, programın "o an" köşesinde ise yaşayan dünyadan objektiflere yansıyan ve ajanslardan haber merkezlerine düşen günün ilginç insan fotoğraflarını yorumluyordu. Bütün bunların iki kapak arasına girip, eser haline gelmesi sevincimin diğer boyutu.
Aslında yazacaklarımın bununla ilgisini bulanmayabilirsiniz ama geçen gün bir kamyon arkası yazısı çok düşündürdü beni. Kamyon arkası yazıdan Oğuz Haksever'e uzanan bir yolculuk oldu. Şöyle yazmıştı veya yazdırmıştı kaptan abi; "İnsan; geçmişin hasretcisi, geleceğin özlemcisi, yaşadığı anın şikâyetçisidir…"
Kıymetli Okurlar;
İnsan gözünü kapatıp bir an geçmişe gitse, kendini hatırlayacağı yıllar elbette çocukluk yılları olacaktır. Bütün dertlerden uzak ama bütün sıkıntıların bir gün sıkıntı olacağı bir gün başına gelecekti. Bundan haberi yoktu tabi insanın. O anın içinde mutlu olmanın peşine düşer insan. Yaşadığı her ne ise iyi-kötü, güzel-çirkin geride hoş bir anı olarak kalıyor. Ve özleniyor. Öyle demiyor mu o yoldan geçenler. "Yokluk vardı ama mutluyduk. Tek derdimiz helâl kazanç ve geçim derdiydi. ". Ayrılıklar bütün bunların haricinde elbette… Hele beklenmedik zamanda ayrılıklar… Ne kadar da büyütür gidenlerdin adını değil mi?
Farkında olmadan geleceğin özlemcisi oluyoruz. Çocuk isek bir an evvel büyüsek hisleri daha çok oluyor. Kitaplarını ellerinde taşıyıp giden lise öğrencisi biz küçükken ne kadar büyükdü gözümüzde? Ya berbere tek başımıza gidip istediğimiz saç şeklini söylemenin heyecanı nerede bulunurdu? Aynalarda saklanmış o sır ne kadar gizem doluydu. Saçlarına limon suyu sıkıp sokağa çıkan gençler acaba nerelerde gezer ayak izleri? Ya ilk şampuan alma heyecanınız kaç delikanlının koynunda saklıdır? Bir büyüsem, bir çıksam buralardan nidaları hala kulaklarımızda değil mi? Şimdi çıkıp gitmek istediğimiz topraklarımıza özlemleri yazmayacağım artık.
Ve artık insan anın şikâyetçisi oldu. İhtiyaçlarımız çoğaldı, tüketimlerimiz arttı. Paramız arttı, bereketimiz azaldı. Çok yakınlaşmanın getirdiği uzaklığa gittik. Onca telefon konuşmalarına rağmen kimse kimseyi duymuyor değil mi? Kimse kimseyi anlamak için uğraşmıyor. Kimsenin kimseyi anlamadığı çağda dünyevileşiyoruz. Bu daha korkun. Yani ölmeyecek gibi yaşıyoruz. Daha çok acımasız ve bencil oluyoruz. Allah bundan esirgesin. 
İnsan diyordu Henry Van Dyke';Zaman bekleyenler için çok yavaş, korkanlar için çok hızlı, yas tutanlar için çok uzun, neşelenenler için çok kısadır. Ancak sevenler için zaman, sonsuzluktur.
Değerli Okurlar;
Bu haftaki yazım Oğuz Haksever'den uzanıp size uzanan bir yolculuk oldu. Hepimiz aslında Oğuz Haksever'in seslendirebileceği farklı bir hikâyesiyiz. Hikaye bitmiyor, ekleme yapmaya devam ediyoruz. Sözlerimi kısa bir şiir ile bitirmek istiyorum.
"Ya Rab nasıl bir bilmece bu çıkamadım içinden
Bir gün iflas edecek beynim nedenden ve niçinden"
Sevginin ve esenliğin sizi uyandıracağı mutlu sabahlara…