Yine Eylül, yine günlerden hüzün…
Sen yoksun. Biliyorum bu hiçbir şeyin yokluğuna benzemiyor. Bir bardak çayın kaşıksız kalması kadar yakışıksız bir şey bu… Bütün varlığım dağılmış. Çıkıp kendimi toparlamak istiyorum sokaklardan. Şehrin engebeli dar yollarından bana kendimi vermelerini isteyeceğim. Bu şehrin bütün yolları bir yola çıkar. Bütün yolları aslında sana çıkar. Bütün yollarında seni düşünmüşlüğüm vardır aslında. Bütün yollarında seni konuştuğum insanlar vardır. Onun içindir belki de nerede seni konuştuğum bir insan varsa o insanı özlüyorum. O insanı görme umuduyla yürüyorum. Sen oluyorsun bütün konuşmalarımızın öznesi.
Kendimi bulduğumda bir dilencinin avuçlarına bağışlamak istiyorum kendimi. Oturup bir yaşlı iskemle üzerinde uzun uzun bakasım geliyor dilenciye. Uzun uzun gitmek istiyorum geçmişe. Gitmek sadece yürümek değil, gitmek belki gelmemek uzun ve eski zamanlardan. Sonra susuşumun sesini dinliyorum. Dinlemek karşında bir olması değil, bazen kendin konuşup kendin cevap verebilmen oluyor. Dinlemek, bütün varlığının orada olması ile beraber kendinin başka dünyalarda yaşıyor olabilmekte oluyor. Uzaklarda kavgalar, aşklar, insanlar… Kendimi dinliyorum. Günlerden eylül. Bitmeyen günleriyle eylül…
Bütün zamanlara karşı bitmeyen bir eylül asılmış duvarıma. Dünyanın bütün yalnızlıkları bir araya gelse bile, senin olmayışının yalnızlığını veremez.
–“Neden yoksun” diyorum? Bu lambalar neden aydınlatmıyor şehrimin sokaklarını? Bu kelimelerim neden kayboluyor boşluklarda? Üşüyorum. Sanki başka tenlerdeyim. Üşüyorum. Artık sensiz baharı anlatıyor bana bilgeler. Bir yarasa, yalnız olduğumu fısıldıyor bana. Ağlasam kurtulur muyum? İnse gözlerim yanaklarıma. Bilmiyorum.
“Yine yalnızım” diye not ediyorum günceme. Sen olsan. Ben yazmasam. Biz üzülmesek. Şehir kırılgan bir çocuk olmasa… Artçı sarsıntıları olmasa kalbimin... Artçı bir atak geçirmesem meselâ. Gözlerim, sokağınızdaki kaldırımlara bıraktığın gölgende kalmasa. Hani ürkek bakışlarım çekilmese göğe…
Ve yaşamak…
Yaşamak, üzerimde dar duran bir siyah ceket, yaşamak, üzerimde bir karabasan var gibi. Yaşamak, imlası bozuk bir cümle, bu cümlenin ünlü kaybı gibi… Yaşamak, bir dünya kurmak yeşilden çalmak biraz… Biraz kendimi kandırmaca… Biraz nihavent tadında… Yaşamak, biraz ölümün ölümsüzlüğünde… Yaşamak, hayatın acemiliğine direnmek bir anlamda...