Bir ormanda yalnız yaşayan, doğanın kendisine sunduklarıyla hayatlarına devam eden bir karı koca varmış. Bu karı kocanın çocukları yokmuş ve ormandaki küçük kulübelerinde yaşarlarmış. Bir gün ormanda odun toplarken bir gelincik yavrusuyla karşılaşırlar. Yan tarafta da onun annesi olduklarını düşündükleri, ölmüş bir gelincik vardır. Karı koca biraz düşündükten sonra bu gelincik yavrusunu alıp evlerinin yolunu tutarlar. Karı kocanın çocukları olmadığından mı bilinmez, bu gelinciğe çocukları gibi bakarlar. Onunla oynayıp, eğlenirler. Gelincik de onlara öyle alışmış ki, onlar nereye gelincik de oraya gider. 
Günün birinde bu karı kocanın bir çocukları olur. Karı koca, bundan çok mutlu olur. Gelincik de bu duruma çok sevinir. Çocuk her ağladığında onun yanına koşar ve adeta onu eğlendirmeye çalışır. 
Gelincik, ailenin bir ferdi gibidir, artık. Öyle ki, karı koca ormana odun toplamaya giderken, bazen çocuğa  göz kulak olsun diye gelinciği evde bırakır. Gelincik de bu görevi her defasında layıkıyla yerine getirir. Gelincik artık evdekilerin eğlencesinin yanında adeta onların önemli bir destekçileri olmuştur.
Günlerden bir gün karı koca ihtiyaçlarını karşılamak üzere yine ormana giderler. Çocuğa göz kulak olsun diye, çok güvendikleri ve onların en büyük yardımcıları olan gelinciği de evde bırakırlar. Akşama kadar ormandaki işlerini bitirip yorgun argın eve dönen karı koca  karşılaştıkları manzara karşısında ne yapacaklarını şaşırırlar. Gelinciğin ağzı, yüzü kan revan içindedir. Gelinciğin ağzını, yüzünü kanlar içinde gören karı koca, çocuklarının onun tarafından öldürüldüğünü düşünürler. Gelincik onlara bir şeyler anlatmak ister. Ancak karşısındakilerin öfkeli  hali bunu anlayacak durumda değildir. Bu durum karşısında öfkelerinden çılgına dönen karı koca ellerine birer odun parçası alıp, gelinciğe vurmaya başlarlar. Vurdukça hırslanıp, hırslandıkça daha çok vururlar. Nihayet gelinciğin küçük bedeni bu darbelere fazla dayanamaz. Gelinciğin öldüğünden emin olan karı koca elindeki odun parçalarını bırakırlar. Öfkeyle gelinciğe bakmaya devam ederken içerden çocuklarının ağlama sesini duyarlar. Hemen çocuklarının yanına koşarlar. Çocuklarında hiçbir şey yoktur, o gayet sağlıklı bir şekilde beşikte yatmaktadır. Fakat çocuğun yan tarafında gördükleri manzara onlarda ayakta duracak derman bırakmamıştır. Çocuklarının yanında kan revan içinde, parçalanmış bir yılan vardır. Karı koca bu yılanı kimin bu hale getirdiğini anlar ve gelinciğe doğru koşar. Fakat artık çok geçtir. Gözleri hala açık olan gelincik  tüm masumiyetiyle cansız bir şekilde karı kocaya bakar.  
Önyargı, insani duygularımızı alt üst eden, bizi öfkemize yenik düşüren, bazen de tamiri mümkün olmayan büyük tahribatlara neden olan psikolojik bir ruh halidir.  Önyargıları nedeniyle gelinciği linç eden anne babanın yaptıkları bu davranışı tamir etmeleri mümkün değildir.
Önyargı bazen yayından bırakılmış bir ok gibidir, yanımızdakileri, yakınımızdakileri, sevdiklerimizi, sevenlerimizi yüreğinden yaralar. Kalp, aynaya benzer kırılmaya görsün, sonra uğraş uğraş düzeltmeye çalış. Hayatımız dizi film gibidir. Hayat sahnesinde her gün dizinin bir bölümünü oynar gibiyiz.  Televizyon dizilerinin çekimi yapılırken, otuz saniyelik bir sahne için defalarca prova yapılır. Fakat hayat sahnesinde bizim böyle bir şansımız yoktur. Hayat sahnesinde yapılanlar orada kalır. Zamanı geriye almak mümkün değildir. Hayatın provası yoktur, çünkü hayat tek gösterimlik bir oyundur. 
Önyargısız günler dileğimle….