İyilik ve kötülük üzerine kıssadan hisse;  yaşlı adam kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. Çocuk merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. "Onlar" dedi, " benim için iki simgedir evlat." "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
"İyilik ile kötülüğün simgesi" Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.
Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa: " Hangisi mi evlat?"
"Ben hangisini daha iyi beslersem o kazanır!" diye cevapladı. Yani iyiliği beslersek iyilik kazanır. Kötülüğü beslersek kötülük kazanır. Peki, kötülük iyi bir şey mi? Kötülük asla iyi bir şey değildir. Aman kötülüğü asla beslemeyelim.
İnsan kendini küçümser ve sürekli başkalarıyla karşılaştırır. Yalnız bir insan dünyada ne yapabilir? Çok şey. Büyük işler başarabilir. Kendi gerçek Ben'inin, içindeki Yüce gücün farkına varan insan olanaksız denen şeyleri başarabilir.
İnsan bilinçli olarak düşünebildiği, güvenle beklediği ve mümkün olduğuna inandığı her şeyi başarabilir. Evren sınır koymaz; Biz inançlarımızla sınırlarız kendimizi. Bir insan kendini arıyorsa, kaybettiği yere bakmalıdır. Acaba hiç tanımış mıdır kendisini? Kendiniz olma cesaretini gösterin.
Bir gün doktorun karşısına geçen kişi," en önemli sorunum kendimi bulmaktır" meraklı bir yüzle ona bakıp sordum: " Pekâlâ, kendini bulmayı başarabilseydin eğer, nasıl birini bulmak isterdin?" Kafası bir anda karıştı; birkaç dakika hiç konuşmadı, sonra yavaş yavaş düşündüklerini söylemeye başladı.: " Şey, çok basit… John Fitzgerald gibi olmak isterdim… kendisi hem şirketinin hem de kulübünün başkanı.. Birçok uygar faaliyeti var… üstelik çok da zengin.. Herkesin gözünün üstünde olduğu çok önemli bir adam o."
"Ama, diye karşılık verdim, " Sen kendini bulmaya çalışmıyorsun! Sen John Fitzgerald'ı bulmaya çalışıyorsun!" O odur, sen de sen. Oysa her biriniz hayatını kendi özgünlüğüyle ifade eden eşsiz varlıklarsınız. Eğer aynı olsaydınız, birbirinizin varoluş nedenini, anlamını yok edersiniz. " Kendini bulmak tanımı kafa karıştırır. Kendinizi hiç yitirmediniz ki. Hayır, bu kendini bulmak değil, zaten orada olan gerçek Ben'ini ortaya çıkarmak meselesidir. Nerede? Sizden ayrı, sizin dışınızda bir yerde değil.
"Hepimiz içimizdeki mükemmel yüce Ben'i ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Gömülü bir hazineyi ortaya çıkartmaya benzetilir bunu yıllardır kafamızda olan ve gerçek benliğin ortaya çıkmasını engelleyen korku dolu, olumsuz düşüncelerden kurtulmamız gerekir. Öncelikle."
"Sanırım nereye varmaya çalıştığınızı anlıyorum," dedi. Doktorun karşısındaki adam " Söz konusu bu olumsuz ya da korku dolu düşünceler nedir peki?"
Doktor şunları söyledi "Sayılamayacak kadar çokturlar" dedim. " İşte birkaç tanesi: Bencillik, gurur, kibir, benlik davası, sürekli kendini haklı görme saplantısı, kıskançlık, kendine acıma, kin, hile, kendini suçlama, çekememezlik, güvensizlik, hep eleştirel davranma, nefret, çaresizlik, düşmanlık ve daha bir çok şey."
"Anlıyorum! Evet, anlıyorum!" diye heyecanla karşılık verdi. " Benim için var olmayan bir benliği bulmaya çalışırken kendi gerçek Ben'imi inkâr ediyordum. Yaratıcı Âlemini kendi içimizde aramamızı, gerisinin geleceğini söylemesi ne kadar haklı bir söz."
Yaratıcımız bizi koşulsuz bir sevgiyle sever. Kim olduğumuza, nerede yaşadığımıza, hayattaki pozisyonumuza bağlı değildir. Bu sevgi. Herhangi bir kişiye, yere, koşula ya da ortama bağlı değildir. Koşulsuz sevgi bizimle yaşar ve korkuyu defeder. Daha ötesi, bu koşulsuz sevgi her yerde mevcuttur. Nereye gidersek gidelim Sevgi'yi bulabiliriz. Yabancı diyarlara gittiğimizde Sevgi'nin değişik ifade biçimleriyle karşılaşırız. Her birimiz yaratıcımızı kendi bilgimiz ölçüsünde ifade ediyoruz. 
Bilinçaltı, bedenin yapıcısı olarak bilinir. Bedenin fonksiyonlarının otomatik olarak yürümesini sağlar. İster uyuyor olalım, ister uyanık, büyük istem dışı hayat sürer. Yüce Yaratıcının bu şekilde bir düzen kurmuş olması büyük bir şans değil mi? Kalbimize atmasını, midemize yemekleri sindirmesini, kanımıza damarlarımızda dolaşmasını söylemek durumunda olsaydık ne kadar zor olurdu. Hayır, her şey harika bir biçimde hazırlanmış bizim için. Bedenin gelişimi, tüm fonksiyonları bilinçaltı tarafından yönetiliyor. Aslında bedenin her hücresinde ve atomunda bir zekâ var ve bu zekâ bilinçaltına bağlıdır.
Bir gemi Doğu'ya gider, biri Batıya, Esen aynı rüzgârla; Hangi yöne gidileceğini belirleyen, Rüzgâr değil, yelkendir.
Su, Ateş ve Ahlak dostluk kurmuşlar; dolaşırlarken birbirlerini merak etmeye başlamışlar, Suya sormuşlar; " Kaybolursan seni nasıl bulacağız?" Su: "Nerede bir şırıltı, çağıltı duyarsanız ben oradayım." Ateşe: "Seni yitirirsek ne yapalım?" Ateş: "Bir duman gördüğünüz yerde ben varım."  
Sıra ahlaka gelince, yanıt şu olmuş: " Beni kaybederseniz, bir daha kesinlikle bulamazsınız!"
Saygılarımla