Son günlerin tartışılan konusu bilindiği üzere "ezanın yasaklanması" konusu. Yani hani "bir deli taş atar 40 akıllı çıkaramaz" derler ya, tam da öyle bir durum.
Bu durum konuşulmaya başlanıldığında kendimce dedim ki, Cumhuriyet tarihinde ezanın yasaklanması gibi bir şey söz konusu değildir. Acaba vardı da ben mi bilmiyorum diye araştırmaya başladım. Ama şunu gördüm ki Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde ezan yasaklanmış değil. Hatta zaman zaman ezanın hoparlörden okunuyor olmasını bazı hocalar çok doğru bulmamış bu konu da tartışılmış. Bazı yerlerde de sabah ezanının hoparlörden çok yüksek sesle okunmasından şikayet eden vatandaşlar olmuş. Ancak bunların hiçbirinde Devlet ezanı tartışmamış. Yani vatandaşlar kendi aralarında tartışmışlar.
Şimdiki konuda da, bir tanesi çıkmış laf arasında ezanın yasaklandığından bahsetmiş. Yani bunu laf arasında sanki aslında öyle demiyor da karşıdaki öyle anlıyor gibi bir kurnazlıkla yapmaya çalışmış.
Bu konuda epey bir geçmişe dönmek lazım. İlkel çağlardan beri dinden nemalanan kişiler dini kendi çıkarları için kullanmayı adet haline getirmişler ve bununla hem itibarlarını hem de geçimlerini sağlamışlar. Dediğim gibi ilkel çağlardan bu yana bu durum süregelmiş. Çünkü "din" en güzel sömürü aracı olmuş.
Osmanlı'nın son döneminde neredeyse her sokakta bir şeyh, şıh, hoca vs. türemiş. Bunların birçoğunun Kuran okumayı bile becerebildikleri tartışılır. Kendilerini şeyh ilan eden bu şahıslar, "şeyh uçmaz müritleri uçurur" mantığıyla yanlarına birkaç mürit bulup "uçmaya" başlamışlar.
Bunlarla mücadeleye başlayan Osmanlı'nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti de bu mücadeleyi devam ettirmiş, insanların dini duygularını sömüren bu tür sahte hocalarla mücadeleyi politika haline getirmiştir. Ancak dediğim gibi "din sömürüsü" her dönemde yeni yeni şarlatanlar ortaya çıkarmış ve bunlar maalesef kendilerini destekleyen temiz ve saf yurttaşlarımızı sömürmeye devam etmiştir.
Devlet böyle şarlatanlarla mücadele ederken hiçbir zaman samimi Müslüman vatandaşlarının rencide olmasına izin vermemiştir. Cumhuriyet kurulmadan hemen önce Ulusal Marşımızda bu durum açıkça ilan edilmiştir. "Ruhumun senden, İlahi, şudur ancak emeli / Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli / Bu ezanlar - ki şehadetleri dinin temeli / Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli." Diyerek ezanın susturulamayacağını anlatmıştır. "Ezan susmaz, bayrak inmez" yemini Türk Milleti'nin şiarı, ilkesi olmuştur.
Şimdi tüm bunları söyleyince, bu malum camiadan alınan cevap "evet haklısın, hiçbir zaman ezan yasaklanmadı" şeklinde mi olmuştur? Tabii ki hayır. Bu sefer konu çarpıtılmış "öyle demek istemedi, aslında ezan Türkçe okutuldu demek istedi" diye çevrildi. Yani koskoca adamlar kendilerini ifade edemiyorlar yaptıkları açıklamaya birileri de açıklamanın açıklamasını yapmak zorunda kalıyor. Bunun adı zavallılık aslında.
Hâlbuki ezanın yasaklanması ayrı bir konu; ezanın Türkçe okutulması ayrı bir konu. Ama işte işin emperyalizme hizmet noktası burada başlıyor. Yani, "ezan yasaklandı" deniliyor. Bunu okuyup, inananlar hedefleniyor. Geri kalan ve itiraz eden kesim de "ya öyle demedik aslında Türkçe okutuldu demek istedik" diye avutuluyor. Kısacası tam bir Arabistanlı Lawrence taktiği. Bunu savunanların arkasında kimler olduğunu bu taktiklerden artık öğrendik. Hatta öğrenmeyi geçtik ezberledik. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'ne zarar vermek isteyenlerin, ülkeyi bölmeye çalışmak isteyenlerin ortak hareket noktası zaten konu olarak din olduğu gibi aynı zamanda kişiler olarak da bu tür kendini hacı-hoca tayfasından gösteren kişiler olduğunu hep gördük.
En son 15 Temmuz'da yaşanan kalkışmanın görünen yüzü FETÖ olsa da arkasındaki gücün ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Emperyalizm her zaman kullanacağı dini isimler bulmuştur bu ülkede. Bu isimler de Osmanlı'nın son zamanındaki din tüccarları gibi kendilerine destekçi hep oluşturmuşlardır.
Bakın arşivde kayıtlarda kalsın diye yazacağım. Yıllar sonra birileri çıkacak bu ülkede ve 15 Temmuz darbe girişimini savunacak. Hatta FETÖ elebaşını din adamı olarak gösterecek ve buna karşı mücadele veren Recep Tayyip Erdoğan'ı din düşmanı ilan edecek. Ve de buna inananlar çıkacaklar. Çünkü emperyalizm böyle çalışır. Bazıları da emperyalizme bilerek ve bilmeyerek yataklık yaparlar.
Eğer emperyalizme bilerek destek veriyorlarsa bunlar haindir. Ama bilmeden destek veriyorlarsa da saflardır. Dolayısıyla konuştuğumuz veya konuşacağımız her şey ülkemizin, Devletimizin yararına olsun diye düşünmeliyiz. Aynı konular evirip çevirip tekrar tekrar ortaya geliyorsa bunun altında bir şeyler aramakta fayda vardır.
Siyaset her zaman tartışma değildir
Siyasetçiler, yöneticiler her zaman aynı zaman da mizaha da malzeme olmuştur. Genelde siyasilere ve bilhassa siyasi idarecilere karşı bir tepki bulunur. Bunların çoğunun nedeni de belli değildir ama bu tepki vardır işte…
"İnsanlar yolda yürürken top atışı sesi duymuşlar. Yaşlı bir kadın polise sormuş: "Oğlum, neden top atıldı." Polis "Başkan geldi teyze, onun için atıyorlar" diye cevap vermiş. Tam o sırada ikinci top atış sesi gelince yaşlı kadın "Vah vah, demek ilk atışta isabet ettiremediler" demiş."
***
"Adamın biri başkana küfür etmiş. Yaka paça karakola götürmüşler. Polis hiddetle sormuş "Söyle bakalım başkana niye küfrettin?" Korkan adam heyecanla "Efendim, ben bizim başkana küfretmedim ki" deyince, polis "Bırak şimdi numarayı, biz kime küfredileceğini iyi biliriz" demiş."
***
Bir de siyasetçilere yapıştırılan yaftalar vardır. Mesela bunlardan biri; siyasetçilerin dürüst olmadığıdır. "Bu gerçek midir" derseniz, bence bu da gerçek değildir. İnsanların çeşit çeşit olduğu gibi ve de her meslekte işini dürüstçe yapan ve dürüstçe yapmayan kişiler olduğu gibi politikacılar içerisinde de muhakkak dürüst olanlar ve olmayanlar vardır.
"Bir seçim çalışmasına giden ve içinde yalnızca siyasetçilerin bulunduğu bir minibüs, gece yarısı kaza yapmış. Hiç kurtulan olmadığı söylenmiş. Yardıma gelen bazı kişiler, vefat eden siyasileri hemen gömmüşler. Ertesi gün olay mahalline gelen polis, kazadan sağ kurtulan olup olmadığını sormuş. Vefat eden siyasileri gömenlerden biri kafasını kaşıyarak "Valla…" demiş "Bazıları yaşadıklarını iddia ettiler ama siyasileri bilirsiniz, doğruyu söylemezler"
***
Tabii ki her muhalefetin baş isteği iktidarın, iktidardan düşmesidir.
"Başbakan görevden ayrılmış, ertesi gün telefonu çalmış. Arayan kişi "Sayın Başbakanla görüşmek istiyorum" demiş. Eski başbakan "Ben artık Başbakan değilim" diyerek telefonu kapatmış. Biraz sonra aynı kişi tekrar arayarak aynı istekte bulunmuş, bu bir kaç kez tekrarlanınca sinirlenen eski Başbakan "Beyefendi, Başbakanlıktan ayrıldığımı söylüyorum, tekrar tekrar niçin arıyorsunuz" deyince, arayan kişi "Kusura bakmayın efendim" demiş "Bunu sizden duymak, beni çok rahatlatıyor da."
***
Ve son olarak da hiçbir seçimde yaşamak istemediğimiz bir konu vardır ki…
"Bir ülkede Devlet radyosunda haberler verilirken spiker şöyle diyor: 'Son aldığımız habere göre dün akşam Başbakanlık binasına giren hırsızların, gelecek hafta yapılacak olan seçim sonuçlarını çaldıkları anlaşılmıştır.'"
Dostlukla kalın.