İklim krizine yönelik atılması gereken adımlarda somut tanımlar içermeyen “İklim Yasası”ndaki eksiklerin giderilmesi için başta sivil toplum, katılımcı bir yaklaşım gereklidir!

Hepimizin bildiği gibi; Ülkemiz 2053 Net Sıfır Emisyon hedefini gerçekleştirme yolunda “Paris İklim Anlaşması kapsamında önemli taahhütlerde bulunmuştu”. Taahhütlerimizi yasal zemine oturtması beklenen iklim kanunu tasarısı son haftalarda başta çevre ile ilgili platformlar ve meslek odaları olmak üzere; kamuoyunda yoğun biçimde tartışıldı. Ancak yasa çevresel faydadan çok ekonomik büyümeye ve karbon piyasalarına odaklanması ile eleştirilerin merkezine oturdu.

Üstelik tasarının içeriğinden çok çevresinde dolaşan komplo teorileriyle oluşan bilgi kirliliği tartışmayı daha da karmaşık duruma getirdi. “Herkese yapay et yedirecekler”, “evindeki bitkini bile sulayamayacaksın” gibi gerçekle ilgisi olmayan sosyal medya söylentileri iklim inkârcılarının gündemini beslerken ne yazık ki konuyla ilgili geniş bilgisi olmayan birçok insanın da tedirgin olmasına neden oldu.

YASA GERİ ÇEKİLDİ.

İklim kanununun en çok eleştirilen yanlarından biri, fosil yakıtlardan kesin bir çıkış planı içermemesidir. Çevre platformları olarak da fosil yakıtlardan kesin bir çıkış planı içermemesi, karbon ticaretine odaklanması eleştirilerin ilk ikisi idi.. Bu eksiklikler, iklim krizine karşı somut ve kararlı bir yol haritası gereksinimini yeniden hatırlattı. Türkiye gibi biyolojik çeşitlilik açısından zengin bir coğrafyada yalnızca karbon hesaplarına odaklanmak değil ekosistem temelli bir yaklaşım geliştirmek gerekiyor. Ekosisteme odaklanmak, yaşamın her alanında sürdürülebilirliğin temelidir. Ekosistem tüm yasal ve ekonomik planlamalarda merkezde yer almalı. Zira, doğayla uyumlu bir yaşam kurmadan ne iklim adaleti ne de sürdürülebilir kalkınma mümkün olabilir.

Tüm bu tartışmaların ardından yasa tasarısı meclis komisyonunda geri çekildi. Gezegenin ve insanlığın geleceğini biçimlendirecek böylesi önemli bir yasa sırf kısa ve orta vadeli ekonomik önceliklerin gölgesinde kalmamalıydı. Bu geri çekilme ise yeni ve daha kapsayıcı bir yasa için önemli bir fırsat sunuyor. Şimdi bilimsel gerçekler, toplumsal katılım ve ekolojik duyarlılıkla yeniden yazılmış, güçlü bir iklim yasasına her zamankinden daha çok gereksinim duyuyoruz.

Ülkemiz tüm dünyanın altın madeni aramalarının şantiyesi haline geldi.

TEMA Vakfı Başkanı Deniz Ataç, mevzuattaki değişikliklerin doğal alanlar ve insan sağlığı açısından büyük risk barındırdığını vurguladı. Ataç, “Madencilik uygulamaları doğal, kültürel ve ekonomik yaşam için büyük bir tehdit oluşturuyor. Dedi.

Özellikle altın madeni aramaları ülkemiz doğasını tahrip ediyor. Doğal kaynaklarımızı kirletiyor. Bir avuç insanın zenginleşmesi uğruna altın arayıcıları ülkemizin her yerinde… Konya’da MTA Bölge Müdürlüğü yapmış bir Maden Mühendisi Nurettin Mıhçı’ya sordum altın madeni aramalarının ülkemize faydası nedir diye; Bana yetki verseler tüm dünyada altın aramalarını yasaklarım, doğayı tahrip etmesi ve doğal kaynakları kirletmesi dışında insanlığa hiçbir faydası yok dedi.

Tüm bu dönüşümleri mümkün kılacak olan şey yalnızca yasalar üzerine konuşmak değil aynı zamanda güçlü bir vizyon, toplumsal katılım ve doğayla uyum içinde kurulan yeni bir yaşam amacıdır. Ülkemizin iklim politikası da bu amacı gerçeğe dönüştürme sorumluluğuyla yeniden oluşturulmalı. Çünkü bu sırf doğanın değil hepimizin sorunu.

Hoşça kalın.