İş yoğunluğundan ötürü bir müddettir yazamıyordum. Bu konuda bir kayıp olduğunu sanmıyorum ama yine de bir bahane belirtmek istedim.

Bir kayıp olduğunu sanmıyorum derken şunu açıkça belirteyim; ben “cühela muhabbetini” sevmiyorum. Hele bir muhabbette hamaset varsa ondan nefret ediyorum. Ama bunu insanlara anlatmanın imkanı olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü insanlar kendi bildiklerinin yanlış olabileceğini maalesef hiç düşünmüyorlar.

İki-üç haftadır whatsapp iletişimimi kullanamıyordum. Bunun neden olduğunu anlayamamıştım. Daha sonra hem whatsapp hem de facebook mecralarından paylaştığım bir yazımla ilgili olarak, ilgili şirketten bir uyarı aldım. Bu uyarıda “Görünüşe göre, paylaştığınız içerik Topluluk standartlarımızı ihlal ediyor” diyerek paylaştığım içeriğin kaldırıldığı belirtiliyordu. Paylaşımım da aynen şöyleydi: “Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı Yahya Sinvar’ın şehadeti korkusuzluğun ve terörist İsrail’in yıkılacağının göstergesidir.”

Ve bu durumun akabinde paylaşımım kaldırıldı, whatsapp da kullanımıma engellendi. Sonuçta bu konuda hiçbir muhatap bulamadığımdan maalesef telefon numaramı değiştirmek zorunda kaldım.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu kuruluşlarla ilgili bilindiği üzere burada muhatap bulundurmaları adına verdiği bir mücadele vardı. Ve o dönem neredeyse tüm vatandaşlar “instagramımız kapanmasın” diye bu mücadeleye itiraz etmiştik. Şimdi olay başa gelince aslında verilen mücadelenin ne kadar doğru bir mücadele olduğunu anlayabiliyorum. Çünkü onlarca yıldır kullandığım telefon numaramı değiştirmeye kadar giden bu olayda kendimi anlatabilecek bir muhatap bulamamanın ne kadar kötü bir durum olduğunu yaşadım ve gördüm.

Halbuki tüm halk olarak bu mücadelenin arkasında dimdik durmak gerekiyordu. Ama maalesef bizim halkımız hamaseti ve demokrasi havariliğini tercih ederek olayı siyasi kayıkçı kavgasına çevirmişti.

İşte her olaya siyasi absürtlükle bakan halk için yazılacak köşe yazısının da ancak hamaset, demokrasi havariliği veya siyasi kayıkçı kavgaları içermesi gerekiyor. Durum böyle olunca da yazmakla yazmamak arasında aslında pek fazla bir fark göremiyorum.

Mesela bu yazıyı buraya kadar okuyan birisi yaftayı yapıştırmıştır bile. Malum, Cumhurbaşkanının yaptığının doğru olduğunu söyledik ya artık etiket bellidir. Hiçbir vatandaş “doğruya doğru, yanlışa yanlış” denilebileceğini düşünmemektedir maalesef.


Son günlerin en çok konuşulan konularından birisi Milli Eğitim Bakanı’nın Batman’da yaptığı konuşmadır. Bakan Tekin, nereden aklına geldiyse “laiklik” konusunda konuşmak istemiş. Bu konuda da hamaset yapacak ya 1940’lı yıllarda camilere kilit vurulduğunu, camilerin ahır yapıldığını, Kuran okumanın yasaklandığını anlatmış.

Bunların içeriğine değinmeye gerek duymuyorum bile. Hani DP milletvekillerinin İsmet İnönü’nün asker kaçağı olduğunu söyledikleri gibi, kendini tarihçi ilan eden fesli delilerin uydurduğu şeyleri de gerçek gibi algılamak anormal gelmiyor. Ama önemli olan bu değil; önemli olan Milli Eğitim Bakanı’nın sanki günümüzde böyle bir tartışma varmış gibi bir beyanda bulunması yanlış geliyor. Milli Eğitim Bakanı’nın işi bu olmamalıdır. Milli Eğitim Bakanı hamasete bulaşmamalıdır. Yalan söylememelidir.


Eğer Milli Eğitim Bakanı hamasetle uğraşırsa, işte Ereğli İlçe Milli Eğitim Müdürünün yaptığı gibi ilçe milli eğitim müdürleri kendilerinin göreve gelmelerini sağlayan siyasilere sosyal medyadan teşekkür etmekte bir yanlışlık görmezler.

Devlet yönetimi aynen bir makinenin dişlileri gibi birbirine bağlıdır. Bunlardan birisi hasar alırsa işleyişte arıza çıkar. Bu nedenle bakanından milletvekiline; il başkanından belediye başkanına kadar herkes ağzından çıkan kelimelere dikkat etmek zorundadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti her şeye rağmen güçlü bir devlettir. Ancak artık “dişlilerde” sorunlar çıkmaktadır. Liyakatli, kaliteli yöneticiler bulunamamaktadır. Şu anda ülkenin çektiği en büyük sıkıntı budur. Ak Parti Hükümetinin en büyük avantajı yapılan hizmetlerden çok muhalefetin yetersiz ve halkın güveninden uzak olması durumudur.


Vatandaş muhalefette güvenebileceği bir lider bulamamış bu nedenle de ya “ehven-i şer” diyerek ya da “maceraya gereke yok” diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tekrar yönelmektedir.

Aslında CHP’liler ne Kılıçdaroğlu’nun ne İmamoğlu’nun ne de Özel’in CHP ekolünü temsil etmediğini anladıkları zaman siyasi konjonktür değişecektir ama daha CHP’li bunu, o veya bu nedenle henüz anlayamamıştır.

Dostlukla kalın.