1950'lerden bu yana ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar hiç son bulmadı. Bilakis artarak devam etti.
Ve bu oyunları kuran emperyalist güçler her zaman Türkiye'de kurdukları bu oyunların oynanabilmesi için gerekli şartları sağlamaya çalışacak kişileri hep buldular.
Bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman, gerek Batı ülkeleri gerekse Müslüman Doğu ülkeleri tarafından desteklenmeyen bir durum olmuştur. Aslında "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" sözü de tam bunu açıklar. Bağımsız ve güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti Batı'nın işine gelmez çünkü onlar kendilerine rakip bir paydaş çıkmasını istemezler. Doğu'nun işine gelmez çünkü modern, çağdaş ve laik bir Türkiye Cumhuriyeti kendi geri kalmış sistemleri için bir tehlike oluşturmaktadır.
Yaklaşık 70 senedir de bu durumda hiçbir değişiklik olmamıştır. Her zaman ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar devam etmiş, dışarıdan terörü körükleyen emperyalist güçler içeriden de kendilerine destekçi bulmuş ve her fırsatta yıpratmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
1990'lardan önce Marksist-Leninist bir örgüt olduğunu söyleyen ancak 1990'lardan sonra ABD'nin uyuşturucu kaçakçılığının taşeronluğuna soyunan PKK bunun en güzel örneklerindendir. İşin sol kısmında bu örnek varken işin sağ kısmına da en iyi örneklerden birisi FETÖ'dür. Vatandaşların dini duygularını sömürerek, kendisini "iyi bir Müslüman" gibi göstererek, hem İslam karşıtlığını hem de bölücülüğü yerleştirmiştir. Ve sıkışınca bu örgütün de arkasında ABD olduğu ortaya çıkmış ve elebaşı ABD'de konumlanmıştır.
Hemen sınırlarımızdan biraz aşağıya indiğimizde gördüğümüz IŞİD ve YPG teröristlerinin de bundan farkı yoktur. Her ikisinin arkasında da emperyalizmin güçleri vardır.
İşte ülkemizin iç dinamikleriyle bu kadar oynayan ve istedikleri gibi at koşturan emperyalizm 1980 öncesinde de gerek "solcuları" gerekse "ülkücüleri", bölünmeyen ve daha refah içerisinde bir ülke için örgütlemiştir. Solcular sanmıştır ki "ülke geriye gidiyor, sağ iktidarlar ülkeyi ABD'ye peşkeş çekiyor ve bunun kurtulmasının en güzel yolu da sol iktidarlar" diye düşünmüşlerdir. Ülkücüler de "ülkenin bölündüğü, Rusya'ya dahil olacağı, bayrağın, milliyetin değişeceğini" düşünmüşlerdir. Halbuki iki tarafa da bu manipülasyonu yapanların aynı kişiler ve aynı emperyalizm tehdidi olduğunun farkına varamadılar.
Ve de bu emperyalistler en sonunda 12 Eylül 1980'de iki yanlışı başka bir yanlışla perçinleyen bir üçüncü örgütlenmeyi Kenan Evren'le birlikte askeri de kullanarak yaptı.
Bir konuda bir oyun dönüyorsa bunun en güzel göstergesi "ikilemlerdir". Yani sağ ve sol kavramları varsa bunun arkasında başka bir oyun aramak gerekir. Aynen Kürt-Türk olayında olduğu gibi. Veya Alevi-Sunni olayında olduğu gibi. Feminizm adı altında kadın-erkek çatışmasının yaratılmasının farklı bir sebebi mi var sanıyorsunuz?
İşte tüm bu oyunlara karşı 15 Temmuz'da olduğu gibi birlikte dimdik durabilirsek bir daha 12 Eylüllerin olmamasını sağlayabiliriz. 12 Eylül 1980 tarihi günümüz gençleri tarafından hatırlanır olmasa da yakın tarihimizdeki kara bir leke olan bu darbeyi kesinlikle unutmamalıyız.
Türkiye 2015'ten bu yana bağımsızlık yolunda verdiği savaştan galip çıkmaktadır. Ve dünyanın en güçlü devletleri arasındaki yerini almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu duruşunu değiştirmediği müddetçe layık olduğu yerde üzerinde oyunlar kurulan değil oyunu kuran Devlet olacaktır.
Başkan Altay ve Türk takımı
BÜYÜKŞEHİRİN BÜYÜK BAŞKANI
Geçen haftayı Cuma günü Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay'ın basın toplantısıyla kapattık. Başkan Altay yatırımlarını, bilhassa bahar ve yaz dönemindeki yapılanları anlattı. Öncelikle basın toplantısı yapılan yer tarihi "Taş Bina" idi. Eski Rektörlük binası olarak şehirden duvarlarla tecrid edilen alan, tüm Konya halkının gezmesi, görmesi ve bilgilenmesi için yeniden düzenlenerek tekrar şehrin içerisine dahil edilmişti. Orada basın toplantısı yapmanın bile başlı başına bir keyif olduğunu belirteyim.
Şimdi burada yapılan faaliyetleri konuşmak istemiyorum işin doğrusu. Konya belediyesi Türkiye'deki en iyi çalışan belediye olduğu gibi Konya da Türkiye'nin tartışmasız en iyi, en modern ve en düzenli şehridir. Dolayısıyla Konya halkı rahatlıkla Belediye'nin yaptıklarını takip etme şansına hep sahiptir.
Konya'da tüm Türkiye bilir, hizmet vardır. Konya'da belediye, başına buyruk değil, ortak akılla hizmet verir. Konya'da hangi siyasi fikir olursa olsun değerlidir. Konya'da eğitim, sağlık, sosyal hayat, spor, eğlence, inanç, ekonomi, üretim, tarım, hayvancılık aklınıza gelen her konuda belediyeyi görmek mümkün. İşte bunların bütününe, bu sisteme Konya Belediyeciliği deniliyor.
Konya Büyükşehir Belediyesi en parlak günlerini yaşıyor çünkü bu belediyeciliği merkezdeki 4 belediye başkanı o kadar uyumlu götürüyorlar ki Karatay, Meram, Selçuklu ve Büyükşehir belediyeleri adeta "tek" olmuş durumdalar. Böylelikle hizmet gücü daha da artıyor.
Burada anti-parantez Ak Partililere bir not girmeliyim. Particilikte yaşanan bir hastalık olan "ben" hastalığı Ak Parti'de de görünmektedir. Diğer seçimlere göre çok daha önem taşıyan 2024 yerel seçimlerinde aslında Konya'da bu ahengi bozmamak gerekir. 4 belediye başkanına da dokunmadan aynı adaylarla seçime girmek gerekir. Ama inanıyorum ki, birileri çıkacak aday adayı olarak, "mevcut başkanın nasıl ayağını kaydırır da yerine otururum" diye genel merkezde çırpınıp duracak. Tabii ki o şahıs kendisini düşündüğü için parti bu konuda zarar görecekmiş, Konya yıpranırmış, Hükümet zayıflarmış gibi bir kaygısı olmayacaktır. Çünkü nasıl olsa genel merkez Konya'da kimi aday gösterirse o seçilir o nedenle de önemli olan genel merkezi ikna etmektir.
İşte bu seçimler böyle bir seçimler değildir. Uğur İbrahim Altay, Hasan Kılca, Mustafa Kavuş ve Ahmet Pekyatırmacı sadece Ak Partililer için değil siyasi partisi fark etmeden tüm Konya halkı için sevilen isimler olmuştur. Hatta yarın Ak Parti Hükümeti olmasa bile Konya yerel iktidarı bu isimleri desteklemekte bir beis görmeyecektir. Dolayısıyla bu sistemi bozmamak gerekir. Bozmaya çalışacaklar da şimdiden söyleyeyim hem partilerine hem Konya'ya zarar vermiş olurlar.
Her neyse, Başkan Altay en ucuz ulaşımın Konya'da olduğunu, en ucuz suyun Konya'da olduğunu ve Konyaray birçok yapılacaklardan bahsetti. Ve bu arada konuşmasıyla, duruşuyla, cevaplarıyla gerçekten Dünya Belediyeler Birliği Başkanlığının öyle boş yere alınmadığını da ispat etti. Yolu zaten açık, umarım başarısı devamlı ve çok olsun.
MİLLİ OLMAYAN MİLLİ TAKIM
Ermenistan'la yapılan A Milli Takım maçına da kısaca bir değinmek istiyorum. Kapitalizmin oyuncağı bir spor dalı olan futbol işte böyle ruhsuzca oynanabiliyor.
Hani Atalar hep söylemişlerdir; rakibin karınca bile olsa küçük görme diye. Yaşanan olay aslında tam da buydu. Ermenistan takımı hırslı, milli duyguları en üst düzeyde, Türklere yenilmeme arzusunda mücadele eden ancak Türk futboluyla gerek ekonomik düzeyde gerekse sportif açıdan yarışacak durumda olmayan bir takım görüntüsündeydi. Bizimkiler ruhsuz, nasıl olsa yeneriz düşüncesinde, milli duygulardan yoksun bir görüntüdeydi. Ve sonuçta bu düşüncelerde Türkiye takımı -ki milli takım diyemeyeceğim- bir gol yedi bile. Ondan sonra da maç boyunca gol atabilmek için kendini yırttı ve en sonunda 88. Dakikada zoraki beraberlik golüne kavuştu.
İstanbul Riva'da kamp yapan takım, Eskişehir'e gitmek için 3 saat yol yapıp havaalanına gidiyor ve özel uçakla Eskişehir'e uçuyorlar. Ve Ermenistan'la berabere kalması değil benim garibime giden Ermenistan'dan gol yemesi oluyor. Ve bu takım Milli Takım olarak anılacak. (Bu arada Dünya Şampiyonu voleybolcu kızlarımız, Milli Takımımız tarifeli uçakla uçuyorlar her yere)
Türkiye takımında yer alan her bir futbolcu, primini ve ek gelirlerini bırakmalı, almamalıdır. Eğer "Milli" futbolcuyum diyen varsa, Ermenistan'a karşı bu milliliğini gösteremeyenler en azından bu açıdan gösterebilirler. Ve şunu da açıkça belirteyim bu futbolcular normal şartlar altında cezalandırılmalıdır.
Dostlukla kalın.