Zaman zaman hep yazıyorum siyaset bir bilimdir. Ama siyasetle particiliği karıştırmamak lazımdır. Particilik siyasetin biraz daha “oportünist” yanıdır.

Yani siyaset bilim olarak, olması gerekenleri, ideal siyaseti belirtir. Ancak particilik, partinin kendisine oy devşirmesi için her yolu denemesini ifade eder. Particilikte seçim kazanmak için her yol mubahtır.

Aynı zamanda liderlik vasfı taşıyan kişilerde de bu tür bir oportünizm hep var olmuştur. 1950’lerde iktidarda olan ve DP Genel Başkanı olarak halkı ardından yürüten Adnan Menderes, iyi bir lider, iyi bir lider olduğu gibi aynı zamanda iyi bir hatip ve de iyi bir oportünistti.

Daha sonra ardından gelen siyasetçi Süleyman Demirel, iyi bir lider, halktan bir hatip ve iyi bir oportünistti. Keza, ANAP Genel Başkanlığı ve cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunan Turgut Özal yukarıda saydığım isimlerden hiç de farklı değildir. İyi bir lider ve iyi bir oportünistti.

Ve maalesef ülkemizde oportünist siyaset halk tarafından da ilgi gören ve desteklenen siyasettir. O nedenle de oportünizme bulaşmayan siyaseti, halk desteklememiştir. Bunun üzerine de siyaset ve particilik ayrı ayrı iki kavram olarak gelişmiştir.

Oportünizm lafını çok kullanıyoruz belki ama bu çok önemli bir konu. Ve ülkeyi siyasi çıkmaza da sokan bir konudur. Günümüzde muhalefet partileri Ak Parti’yi oportünizmle suçlarken aynı şeyi muhalefet partileri de aynı şekilde hareket edebilmektedir. Düşünsenize, SP ile CHP’yi; CHP ile Gelecek Partisini; İyi Parti ile DEVA’yı bir araya getiren oportünizm değil de nedir?

set biliminde buna sıcak bakamazken, particilikte buna sıcak bakmak çok da garip bir durum değildir.

Bu popülizmin getirdiği şartlar ülkede, siyasette bazı görmezden gelinmeyecek güçler oluşturmuştur. Hani halk arasında bilinen tabiriyle “3 cübbeli” oportünizmin ve popülizmin kaynağı haline gelmiştir.

3 cüppelilerden ilki Üniversite kürsüsündeki cüppeli öğretim görevlileridir. Bunların etki alanı çok geniştir. Bilhassa üniversitelerde, gelişimlerden en kolay ve çabuk etkilenecek olan genç nesil bu öğretim görevlilerinin elindendir. Bunun örneklerini yakın tarihimizde, 1960’larda, 1970’lerde, 1980’lerde çok net görebilirsiniz.

2. cüppeliler mahkemelerdeki cüppeli hakimler ve savcılardır. Ki bunların toplum üzerinde ne kadar etkili olduklarını sanırım bilmeyen ve anlamayan yoktur. En azından FETÖ’nün emri altına aldığı hakim ve savcılardan bu ülke neler çekmiştir, Yakın tarihte herkes farkındadır.

3. cüppeliler de camilerdeki imamlardır. “İmamlar ne söylerse söylesin doğrudur” mantığıyla hareket eden vatandaşlar, imamların -yanlış bile olsa- söyledikleriyle yönlenebilmektedirler.

İşte ülkemizde bu üç cübbelileri ikna etmek belki zordur ama ikna eden iktidarı alır. Tabii ki bu grupları ikna etmenin en baş yolu da yine oportünizmdir.

Eğitimcileri ikna etmek için eğitim sistemini, onların istediği şekilde revize etmek gerekir. Hakim ve savcıları ikna için demokrasiden, özgürlükten, adaletten onları tatmin edici çözümler ve sonuçlar çıkarmak gerekir. İmamları ikna etmek için de laiklikten ödün vermek gerekir. İşte tüm bu durumlar siyasette oportünist olmayan bir yapının iktidara gelmesini maalesef imkansız kılmaktadır.

Particilik bu oportünizmi, iktidara gelebilmek için bir araç olarak görse de siyaset bunu bir araç olarak görmez. Particilikte söylenen bir sözü üç gün sonra tam tersi bir sözle yer değiştirebilirsin ama siyasette bunu yapamazsın, çünkü siyaset bir bilimdir.

Oportünist olmayan siyasetçiler sadece kendi bilgilerine güvenirler ve de çok liderlik vasıfları ön plana çıkmaz. Ama oportünizmi bir araç kabul eden siyasetçiler aynı zamanda büyük liderler olarak anılmışlardır. Oportünizm, burada bile “oportünizm” yaparak lider yaratmaktadır.

Bu durumda siyasetin neden ülkemizde gelişmediğini ve siyaset bir bilim olarak değil hem siyasetçi olarak hem de halk olarak neden oportünizme muhtaç olduğunu açıklamaya sanırım gerek yoktur.

Dostlukla kalın.