Koskoca bir hafta geride kalıyor. Bugün yazım biraz uzun olacak. Malum gündem yoğun ve gündemdeki her konuya da kısa kısa da olsa değinmek istedim. Hem de cumartesi, pazar boş vakitlerinizde göz atabileceğiniz bir yazı olsun istedim.

Bu hafta konuşulanlara yani gündeme şöyle bir bakalım istiyorum. Kamuoyunun en uzun süredir tartışılan konusu sanırım Narin cinayetidir.

NARİN KONUSUNDA İSTENİLEN SONUÇ ÇIKACAK MI?

Küçücük bir köyde küçücük bir kız çocuğunun katledilmesi ve elden bir şey gelmemesi olayıdır bu olay. Aslında herkes her şeyi bilmektedir hatta kamuoyu da her şeyi anlamıştır ama işte modern devletlerde, hukuk devletinde yapılacak şeyler kısıtlı ve şartlara bağlıdır.

Ben inanıyorum ki birçok kişi bırakın katil veya katilleri, bu köyün tamamen ortadan kaldırılması gerekliliğini düşünmektedir ama elden bir şey gelmez. Hukuk devletinde bu gibi konular sadece delillere ve yargı kararlarına bakar. Belki de bu davadan kamuoyunu tatmin edebilecek bir sonuç çıkmayacak bile ama “demokrasi en iyi rejim değil; mevcut rejimler arasındaki en iyisidir”.

DEVLET OYNATMIYORSA SANAL KUMAR SUÇ

Diğer bir gündem maddesi, sanal kumar konusudur. İşin doğrusu ben bunu baştan beri çok anlayamadım. Bana göre Milli Piyango da, spor toto da, on numara da ve adını bile bilmediğim yüzlerce konunun hepsi kumardır. Ve biz ülkece kumar oynuyoruz. En “kumar oynamaz” dediğimiz vatandaşımız yılbaşında milli piyango bileti alır. Şimdi gündemde olan bu sanal kumar konusu, yani Mehmet Ali Erbil, Serdar Ortaç gibi isimlerin konuşulduğu olay…

Yasa dışı kumar derken Devlet’ten izin almadan oynanan kumarlar kastediliyor sanırım. Yani Devlet’in izni olanlar yasal kumarlar; Devlet’in izni olmayanlar “yasa dışı kumarlar” olarak adlandırılıyor anladığım kadarıyla.

Yıllardır tüm vatandaşlar olarak biliriz ki gerek Mehmet Ali Erbil gerekse Serdar Ortaç kumar oynamayı severler. Ve bunu hiç de saklamazlar. Bunun zararlarını her fırsatta anlatırlar ama kendilerinin oynadıklarını ifade ederler. Bu isimler “yasa dışı kumar reklamı” yaptıkları için cezalandırılmaya çalışılıyorlar. Ve en son olarak düzenlenen iddianamede 3 yıla kadar hapis cezası isteniyor.

Konu böyle ama şimdi Devlet eliyle bahis ve kumar oynatıldığı bir ortamda, kumar oynadıkları herkesçe malum olan kişilerin “reklam yaptıkları” bahanesiyle yargılanıyor olmalarını çok da anladığımı söyleyemem.

Benim anladığım bir şey var; bu kumarı Devlet de oynatsa, şahıslar da oynatsa kumar illet bir hastalıktır ve vatandaşların hiçbirinin buna tevessül etmemesi gerekir. At yarışından, totoya, lotoya; Milli Piyangodan, şans topuna, on numaraya kadar hepsi kumardır. Kumarı kim oynatıyorsa oynatsın, aile düzenine, toplumun gelecek taşlarına komplo kurmaktadır.

Söz konusu bu davanın altında ne vardır, bu konuda bilgi verecek varsa dinlerim ama bu haliyle çok ciddiye alınabilecek bir dava mıdır, tartışılır…

KAYYUM BELEDİYELERİ

Malumunuz olduğu üzere önceleri de çok defa PKK terör örgütüyle iltisaklı belediyelere kayyum atanmıştı. Şunu hemen başta belirteyim, çok doğru bir tutumdur. Dünyanın hiçbir ülkesinde terörle iç içe bir siyasi partinin resmi olarak meclise girmesi, Devletten para alması, üye veya sempatizanının devletten maaş alması, devletin kurumsal imkanlarını terör örgütüne tahsis etmesi gibi şeyler görülmüş değildir. Buna da izin verilmez.

Bizim ülkemizde maalesef TBMM’ne girip, Devlet’ten maaş alan vekil, gönül rahatlığıyla terör örgütünü övebilmekte, terör örgütünün elebaşına “sayın” diye hitap edebilmekte hatta terör örgütüne “terör örgütü” demekten imtina edebilmektedir.

Bunu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bir kimsenin kabul etmesinin imkanı yoktur. Dolayısıyla terörle iç içe girmiş bir yapının Devletin yönetim birimlerinde bulunması başlı başına yanlıştır.

Bir de belediye başkanı olarak Devletin olanaklarını terör örgütünün çıkarlarına kullanılmasına göz yumuyorsan, izin veriyorsan veya imkan tanıyorsan bu belediye başkanlığı Devletin belediye başkanlığı olamaz. Ve devlet de en hafif tanımıyla buna bir çözüm bulmak zorunda kalır.

Sözlük tanımıyla bile kayyum atanması olayı çok açık ve nettir. Nizamsız, usulsüz yönetilen yerlerde yönetime Devlet el koyar ve Devlet adına kayyum atanır.

Bu duruma demokrasi tanımı altında kılıf bulmaya çalışmak abesle iştigalden başka bir şey değildir. Bana göre buradaki en garip şey, kendisine, terör örgütünün siyasi kanadı yakıştırmalarına itiraz etmeyen ve bunu her fırsatta ifade etmekten çekinmeyen, HDP, DEM vb. partilerin kapatılmasının geciktirilmesidir.

Ve bunlardan daha ilginci de burada en büyük itirazın CHP’den gelmesidir. Atatürk’ün CHP’si DEM’in yanında olamaz. Terörün yanında olamaz. Her ne sebeple olursa olsun Devlet’in karşısında olanın yanında olamaz.

TEĞMENLER

Gündemimizi oluşturan bir diğer konu da Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde “kılıç çatmak” konusu idi. Bu konuyu sanki birileri Atatürkçü subaylar diğerleri de Atatürk’e karşı olanlar gibi bir izlenime getirmek yanlış bir uğraş olur.

Yeni mezun olan gençlerimiz kendi aralarında böyle bir nümayiş organize etmişlerdir. Bu durum Silahlı Kuvvetlere göre uygundur veya uygun değildir; bu konuyu Silahlı Kuvvetler kendi içerisinde halledecektir. Ancak bu gençlerimizin bunan dolayı ordudan ihraçlarının talebini istemek desteklenecek bir tavır değildir.

Suç işlemekle, disiplinsizliği ayırmak gerekir. Şunu açıkça belirtmeliyiz ki; ortada bir suç yoktur. Ortada eğer “yapmayın” diye bir uyarı durumu söz konusu iken “yapılmışsa” emre itaatsizlik vardır ve bu da disiplin suçu olarak değerlendirilmelidir.

Herkes bu işe karışırsa, hele ki siyaset bu işe karışırsa, iş içinden çıkılmaz bir hal alır. Birileri Atatürk’ü sömürmeye, birileri Silahlı Kuvvetlerini sömürmeye, birileri de halkı sömürmeye başlarsa bunun önü alınmaz.

Bu olay Silahlı Kuvvetler için çok kolay bir olaydır. Silahı Kuvvetler teşkilatımız, binlerce yıllık tecrübesiyle bu olayı çözer ve en hafif hasarla atlatılmasını sağlayarak gündemden düşürür diye düşünüyorum.

Yeni mezun olan subaylarımızı da dimdik ayakta görmekten mutluluğumu da belirterek yeni görev yerlerinde başarılarının devamını diliyorum.

Dostlukla kalın.