Demokrasi kültürünü anlamadan demokrasiden bahsetmek olanaksızdır.

Demokrasi tek başına anlamını yitirebilir. Demokrasiye ışık tutan aslında "demokrasi kültürüdür". Yani şöyle bir örnek vereyim: Hitler, demokrasinin tüm imkanlarını kullanarak başa geçmiştir. Ondan sonraki süreçte demokrasiyi kullanarak faşizme yönelmiş bir liderdir. Tüm bu olaylara demokrasi açısından baktığınızda "demokrasiye uygundur" denilebilir. Ancak "demokrasi kültürü" açısından baktığınızda kabul edilemez. İşte iki durum aradaki farkı çok iyi anlamak gerekir.
Demokrasi açısından baktığınızda, bir seçim yapılmıştır. Vatandaş oyunu kullanmıştır. Ve de arkasından Ak Parti birinci parti olmuş aynı zamanda Recep Tayyip Erdoğan da cumhurbaşkanı seçilmiştir. Buna göre demokrasi hâsıl olmuştur. Demokrasi kültürü açısından baktığınızda ise kazanan cumhurbaşkanı ve birinci parti demokrasiyi oluşturmaz. Aynı zamanda bunun bir de muhalefet ayağı olmalıdır ki demokrasi kültürü açısından da maksat hâsıl olmalıdır.
İşte CHP o nedenle önemli bir partidir. Demokrasi kültürünün tamamlayıcısı Anamuhalefet partisidir. Anamuhalefet partisi ne kadar güçlü olursa iktidar da o kadar güçlü ve dinamik olur.
Türkiye'nin şu andaki geldiği durumu düşünelim. Güçlü bir Anamuhalefet partisi olsaydı, Ak Parti bu kadar meydanı boş bulup istediği gibi davranabilir miydi? Muhalefet biraz güçlü olabilseydi, Ak Parti'de siyaset yapan yöneticiler geldikleri yerleri, konumları sanki kendi başarılarıymış gibi gösterebilirler miydi?
Tabii ki bu arada muhalefet derken de muhalefetin de "eyyamcılıktan" uzak olması gerektiğini söylememe gerek yoktur. EYT konusunda güya iktidarı sıkıştırmak adına muhalefet yapmak eyyamcılıktan başka bir şey değildi. EYT'lilerin umarım uzun vadede kayıpları çok olmaz. EYT'nin Devlet hazinesi açısından reel bir durum olmadığı ortadaydı. Aynen Mavi Vatan, Doğu Akdeniz projesinde olduğu gibi bu projeye sahip çıkmak sadece iktidarın değil aynı zamanda muhalefetin de görevi olması gerekirdi. Mısır Anlaşması nasıl Devlet çıkarıysa iktidarın değil muhalefetin de sahip çıkması gereken bir anlaşmaydı. Muhalefet dediğimizde de bunu kayıtsız şartsız iktidarın her şeyine karşı çıkan bir anlayış olarak değerlendirmemek gerekir. O değerlendirme de demokrasi kültüründen uzak bir değerlendirme olacaktır.
CHP'liler, CHP kongrelerini bu minvalde değerlendirmelidirler. Kendi içlerindeki koltuk çekişmesini bırakmalıdırlar. Falanca ilçenin başkanı kim olacak, il başkanı kim seçilecek işi yüzeysel bir demokratik bakıştır. Dün CHP'nin Karatay İlçe kongresinde konuşan il başkanı adaylığı için ismi geçenlerden birisi olan Bayram Çalık "Kemal Kılıçdaroğlu'na silahlı saldırı düzenlendi örgüt yeterince desteklemedi. Kemal Kılıçdaroğlu'na cenazede linç girişiminde bulunuldu CHP örgütleri yeterince savunamadı" gibi bir eleştiride bulundu. İşte demokrasi kültürü bakışı böyle olmalıdır. Yani Konya'da CHP İlçe başkanı veya üyeleri genel başkanının ve partilerinin ne kadar arkasında duruyorlar önemli olan budur. Demokrasi kültürü bunu gerektirir.
Daha ilgincini de söyleyeyim. Ak Partilisinden TKP'lisine kadar tüm partiler için CHP önemlidir. Muhalefetin güçlenmesi vatandaşın umududur. AK Partililer bile artık kendi uygulamalarından zaman zaman şikayet etmektedirler. Çünkü muhalefetin olmadığı yerde iktidar her şeyi doğru yaptığını sanmaya başlar. "Yanlışın, doğru sanılması" sadece Ak Parti dışındaki vatandaşlara değil an gelir Ak Partililere de zarar vermeye başlar.
İşte tüm bu nedenlerle birlikte CHP'nin gerek Konya'da gerekse tüm yurtta başlattığı kongreleri büyük önem arz etmektedir. Ülkemizde demokrasinin kazanabilmesi için iktidarın da muhalefetin de güçlü olması şarttır.
Tabii ki demokrasinin diğer unsurlarını da atlamamak gerekir. Basın da bunlardan biridir. Yazılı basın belki de en önemlisidir. Bir takım mihrakların "yazılı basın bitiyor, gazeteler kapanıyor, gazete okunmuyor" gibi vaveylalarına aldırış etmeyin. Yazılı basın hiçbir zaman bitmez. Çünkü yazılı basının en önemli özelliği "tarih" özelliğidir. Yani gazeteler birer arşivdir. 1950 yılının bilmem ne tarihinde Konya'da ne olmuş diye merak ederseniz, gidin İl Halk Kütüphanesi'ne orada arşiv gazeteyi okuyun. Dolayısıyla eğer bu konuda bir eksiklik varsa Devlet gerekirse kendisi gazete kurarak bu eksikliği gidermelidir.
Aslında bizim vatandaşımızın ilgi alanı değişti. Yani gazete okunmuyor da TV çok mu izleniyor. Ben söyleyeyim; vatandaş sosyal medyadan kafasını kaldırmıyor. Haberi, sosyal medyada önüne düşen haber linklerinden okuyor. Videoları sosyal medyadan interaktif olarak izliyor. Açıp TV izlemiyor ama TV'den izleyeceği programı canı istediği zaman Youtube'dan izliyor. Aslında vatandaş kendi isteğine göre izleyeceğini, okuyacağını, dinleyeceğini programlıyor. Ona göre de canı ne zaman isterse o zaman okuyor veya izliyor. Film izleyecekse Netflix'e, dizi vs. izleyecekse Youtube'a interaktif bir şeyler görmek istiyorsa instagram veya tiktok gibi sosyal mecralara bakıyor.
Ama bu durum şunu getiriyor; gazetecilik bir sektör oluşturuyor. Yani eskiden iş bulamayan hasbelkader ilkokulu bitiren gazeteci olurken şimdilerde İletişim Fakültesi mezunları tercih ediliyor. Eskiden bilgi-birikim aranmazken şimdilerde bilgisiz, birikimsiz kişiler tercih edilemiyor.
"Biten ne" diye sorarsanız onu da söyleyeyim, gazete patronlarının Devlet'e sırtını dayayarak gazeteyi ticarethaneye döndürmesi olanağı bitiyor. Eğer bir gazete patronu Devlet'ten destek istiyorsa gazetesinde 6 personeli istihdam etmek zorunda. Eğer internet haber sitesi kurmak istiyorsa 8 personeli istihdam etmek zorunda. Yani öyle tek başına istediğin gibi gazetecilik(!) yapma devri bitiyor.
Her neyse bu da ayrı bir tartışma konusu ama sonuçta bu da demokrasi kültürünün gerekli olduğu bir alan. Çünkü basın da demokrasi kültürünün bir parçası olmak zorundadır.
Dostlukla kalın.