Ülkede her gün çok ilginç şeyler görüyorum. Bazen şaşırıyorum, bazen üzülüyorum, bazen de ne düşüneceğimi bilemiyorum. Mesela araçla dün gazeteye gelirken şöyle bir haber geçti. 17 yaşında bir çocuk, pazar günü babasını kız arkadaşına mesaj atması sebebiyle bıçakla öldürmüş. Buna ne denir bilmiyorum. Pazar günü “babalar günü” idi. 17 yaşında bir çocuğun babasını öldürme dürtüsü nasıl gelişir anlamanın imkanı yok.

Yani bu konuda uzun uzun şeyler yazılır ama asıl konum bu değil. Son günlerde üniversitelerle ilgili dedikodular yine arttı. Bu konuda bir şeyler yazmak istiyorum aslında.

Başta herkes şunu bilmelidir. Üniversite gençliği en çabuk adapte olan ve en çabuk tepki veren en önemli ilerici kesimdir. Bu nedenle de üniversite olan şehirlerde, o şehrin yapısı sosyolojik olarak değişir. Bir şehirde üniversite olmazdan önceki dönemle üniversite olduktan sonraki dönem arasında sosyolojik anlamda dağlar kadar fark oluşur. O toplum en azından sosyolojik olarak daha açık bir toplum olur. Düşünce açısından modernleşir. Şehrin düşünce yeteneği gelişir.

Tabii ki her toplum bu değişiklikleri kabul etmek istemez. Bilhassa kapalı toplumlarda bu, yeni, sosyolojik yapılanmayı kabul ettirmek zordur. Mesela Konya’ya da üniversite kurulacağı zaman bu karar Konya kamuoyunu oldukça zorlamıştır. Ve en sonunda şehrin 30 km. dışına yapılması kaydıyla kabullenilmiştir.

Yani Konya Selçuk Üniversitesi kurulmadan önce “istemezük” sesleri oldukça yükselmiş ve büyük mücadeleler sonrasında, şehrin çok dışında, o dönemlerde hiç olmayacak bir yer olan şimdiki kampüs alanına açılması şartıyla kabul edilmiş. O dönem vekillerinden Erdoğan Bakkalbaşı’nın çok büyük emekler verdiği anlatılır. Kim emek verdi kim vermedi bilmem ama tüm emeği geçenlerden Allah razı olsun.

Ve sonuçta üniversite kurulmuş. Bu üniversitenin topluma, toplum yapısına, toplum bilincine oldukça emeği geçmiş. Yani ister istemez toplum bilincini arttıran bir dinamik haline gelmiş. Ardından yeni üniversiteler ve şimdilerde 5 üniversite ile Konya tam bir üniversite kendi durumuna gelmiş.

Konya için bu 5 üniversite de oldukça değerli ve bundan sonraki dönemlerde de olmazsa olmaz durumda olacaklardır.

Başta Selçuk Üniversitesi olmak üzere, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Konya Teknik Üniversitesi, KTO Karatay Üniversitesi ve Gıda ve Tarım Üniversitelerinden her birinin Konya’ya hem ekonomik hem sosyal anlamda büyük katkıları vardır.

Şimdi bir kesim var ki maalesef siyasi kurum ve kuruluşlara laf edemezken, üniversiteler “vurun abalıya” şekline dönüşmüştür. Çünkü üniversitenin bir yaptırımı olamayacaktır. Ama siyasi olarak bir kurum ve kuruluşa saldırılırsa bunun muhakkak bir yaptırımı ve karşılığı olabilir.

Bu saldırıların en ayakları yere basan tarafı da en çok üniversite sıralamalarından kaynaklanmaktadır. Bu sıralamalar da öyle çeşitli yapılıyor ki, akıllara zarar; neredeyse en güzel tuvaleti olan üniversiteler sıralaması bile yapılacak. Hal böyle olunca ıvır zıvır her konuda, olur olmadık üniversiteler, sıralamadan ne kadar öne çıktıklarını söyler hale geldiler.

Geçtiğimiz gün de birileri rektörleri sıralamış. Yani “h indeksi” demiş adına da…

Bir kere burada şöyle bir yanlışlık var. Bir matematik bilimciyle, fen bilimci ya da sosyal bilimci aynı tabanda değerlendirilebilir mi? Yani bir gün yumurtanın kolesterol yaptığı, bir gün yapmadığı konuşulan bilim ortamında bir tıp bilim adamının üretkenliği ile 1400 yıldır hemen hemen aynı olan hadislerle ve Kuran’la ilgili ilahiyatçı bir bilim adamının üretimi aynı olabilir mi?

Tüm bunları bırakın, Konya’daki 5 üniversiteyi neye göre kıyaslayabilirsiniz? Selçuk Üniversitesi en eski ve köklü üniversitedir. Türkiye’deki yeri çok önemlidir. Necmettin Erbakan Üniversitesi müthiş hızlı bir trend yakalamış ve çok önemli işler yapmaktadır. Konya Teknik Üniversitesi müthiş bir yol kat etmiştir. Onun yeri çok daha farklıdır. Karatay Üniversitesi kendi çerçevesi içerisinde çok önemli işler başarmaktadır. Gıda ve Tarım Üniversitesi hem kendi şirketi hem de tarım adına önemli adımlar atmaktadır. Yani bunların neler yaptıklarını ayrı ayrı yazmaya kalksam sayfalar sürer. Ve bunların beşi de birbirinden farklıdır. Bunları neye göre, nasıl kıyaslamalıdır?

Ayrıca yıllardır hep yazarım, rektörler bir üniversitenin işletmecileridir. Yani onlardan artık bilimsel üretim beklemek anlamsızdır. Bunu beklemek için rektörleri bilim adamı profesörlerden seçmemelidir. Onlar bilimsel faaliyetlerini yürütmelidir. Üniversiteleri de profesyonel işletmeciler yönetmelidir.

Bir konu daha var bununla ilgili: sanki Türkiye’de eğitim sistemimiz çok iyi, ilköğretimlerde, liselerde çok büyük işler başarıyoruz da üniversitelerde kalite düşüyor diye hayıflanıyoruz. Bunu da günah keçisi olarak rektörlere yüklüyoruz. Yani “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” demek lazım sanırım.

Bence bir şeyi eleştirirken enine boyuna iyice düşünmek gerekir. Öyle “Ak Partili belediyelere dokunamıyoruz; Ak Parti’nin sahiplendiği kurum ve kuruluşlara dokunamıyoruz; en korumasız üniversiteler var, ona saldıralım” diye düşünmek adaletli bir düşünce tarzı değildir.

Konya’da üniversitelerimize sahip çıkalım. Bugün o yönetir yarın başkası yönetir sonuçta her halükarda bu üniversiteler Konya’nın olacaktır ve hem bilimsel manada hem sosyal manada hizmeti önce Konyalıya vereceklerdir. Herkes bir kere daha düşünmelidir.

Dostlukla kalın.