Sayın okuyucularım bu köşe yazımda neler yazsam diye düşünürken aklıma 2010 yılında Cuma hutbesinde okunan ve benimde çok ilgimi çeken ve hoşuma giden bu başlıklı bir yazı geldi ve araştırdım İşte sizlere okumanız için aynen yazıyorum.
"Medeniyetlerin oluşumunda, maddi unsurlar kadar milli ve manevi değerler de önemlidir. Devletlerin en önde gelen amacı kendisini oluşturan, varlığı onların varlığına bağlı olan fert ve toplumun mutluluğunu sağlamaktır. Bunu başarabilmesi için de insan fıtratında olan maddi ve manevi unsurlara önem vermek zorundadır. Milli ve manevi değerleri zayıflayan millet ve toplumların ise çöküş yaşadığı bilinmektedir. Medeniyetler şimdiye kadar milli, manevi ve ahlaki değerleri ihmal ederek, sadece maddi unsurlarla uzun ömürlü olamamışlardır.
Elbette maddi kalkınma önemlidir. Ancak maddi gelişme, ekonomik refah, batılılaşma vs. için yapılacak faaliyetler milli ve manevi değerler feda edilerek değil, aksine birbiriyle uzlaştırarak gerçekleştirilmelidir. Toplumun yapısına uygun, dil, in, adet, gelenek, görenek ve kültürüne uygun projeler uygulanmalıdır. Toplumu maddi yönden kalkındırmayı amaçlayan projeler maddi kültür yanında manevi kültürü de dikkate almalıdır.
Dil, din, tarih, örf, adet ve gelenekler aile kurumu, kutsal zaman ve mekânlar, bayrak, vatan, istiklal Marşı gibi milli ve manevi değerler birbirinden ayrılamayan ve birbirleriyle iç içe olan, birbirini tamamlayan ortak değerler olduğu görülecektir. Bu değerler millet ve toplumları ayakta tutan öz benlikleridir. Diyebiliriz ki; milli ve manevi değerler millet ve toplumlar için hayat kaynaklarıdır. O halde hep birlikte mutlu olarak yaşayabilmemiz için bu güzel yapı bozulmamalıdır.
Bu ancak bizim toplumumuzda İslam'ın medeniyet ve ahlak boyutlarının ön plana çıkarılması ile mümkün olabilir. İçinde bulunduğumuz çağda batı toplumu büyük bir ahlaki çöküntü içerisinde olmasına rağmen, elindeki teknolojik imkânlar ve yüksek ekonomik üretimin yardımıyla gelişmiş bir görünüm sergilemekte ve gücünü kabul ettirmektedir. Bu haliyle görüntüsü sağlam ama içi çürümüş bir bünye halini almıştır. Bunun sebebi manevi değerlere sırt dönmesidir.
Dünya medeniyetine yön veren, İslam medeniyeti olmuştur. Tekrar yön verecek medeniyet de yine İslam medeniyetinden başkası olamaz. Hiçbir milli, ahlaki ve manevi değer küçümsenemez. Bireysel ve toplumsal hayatta yok sayılamaz. Bu noktada şunu unutmamak gerekir ki, kaybedilen her değer toplum hayatından da bir şeyleri götürmektedir. Kaybolan, yıpranan, işlevini yitirmiş olarak algılanan her bir değerin yeri mutlaka daha sağlıklı bir değerle doldurulmalıdır. Aksi takdirde, zamanla toplumsal çöküşe zemin hazırlanmış olunur. Sayılan tüm bu olumsuzluklara rağmen Müslüman-Türk toplumu ve onun bireylerinin; özünde bulunan kendisiyle özdeşleşen milli, manevi ve geleneksel izler taşıyan değerlerine bugüne kadar sahip çıktığı gibi bundan sonra da sahip çıkacağına, mutlu ve müreffeh günler yaşanacağına inancım tamdır. Hazırlayan Merkez Vaizi Ali Öge" Konya Müftülüğünün 30.04.2010 tarihli hutbesinden alıntıdır.

DÜNYANIN EN GÜZEL TABLOSU
Meşhur bir ressam, günün birinde dünyanın en güzel şeyinin resmini yapmaya karar verir. Bunun için dünyanın en güzel şeyinin ne olabileceğine dair bilgi toplamak için, uzun bir yolculuğa çıkar.
Ağaçlık bir yolda giderken, beli bükülmüş yaşlı bir adamın yol kenarında oturmuş olduğunu görür, yanına giderek ona dünyanın en güzel şeyinin ne olabileceğini sorar. İhtiyar hiç tereddüt etmeden; "İmandır" dedi.
Ressam buradan hareket ederek sonra bir kasabadan geçerken, kilisenin kapısı önünde toplanmış bir düğün kalabalığına rastlar. Kalabalığın arasına girerek genç geline; " Dünyanın en güzel şeyi nedir sizce?" diye sorar. Gelin ise damadın gözlerinin içine bakarak; "Dünyanın en güzel şeyi olsa olsa aşktır!"diye cevap verir. Ressam yoluna devam eder, tozlu bir yolda giderken cepheden dönmekte olan yorgun bir askere denk gelir. Aynı soruyu ona da sorar. Asker " Dünyanın en güzel şeyi barıştır" diye cevap verir.
Ressam "Eğer dünyanın en güzel şeyleri iman, aşk ve barış ise ben bunların resmini nasıl yapabilirim ki?" diye düşünür.
Bu düşünceyle evine dönmeye karar verir.
Evinin kapısından içeri girince dünyanın en güzel manzarası karşısında durmakta olduğunu görür.
Çocuklarının gözünde iman, karısının gözlerinde ise aşk okunuyordu. Evinde ise barış hüküm sürmekte olduğunu gören Ressam bunlardan ilham alarak dünyanın en güzel şeyinin resmini yaptı. Resim bitince de ona "EVİM" adını verdi. (w.o.Goodwin, Coronet)

Yaşadığımız toplumu güzelleştirmek ve daha mutlu hale getirebilmek bizlerin gücü dahilinde olan şeylerdir. Buna en yakın çevremizden başlayabiliriz. Anne-Baba çocuğuna, çocuklar anne ve babasına, öğretmen öğrencisine, öğrenci öğretmenine, dede ve nineler küçüklerine, küçükler büyüklerine ve hatta yakınlarımızda bulunan canlılara kadar bunu indirgeyebiliriz. Kısaca sevgi dolu, sabırlı, mutlu ve hoşgörülü olma hepimizin yaşamında yer alan bir davranış biçimi olmalıdır. ve Ressamın dünyanın en güzel şeyini çizdiği gibi EVİMİZ'de de
İMAN, AŞK VE BARIŞ olmalıdır derken, herkese en derin saygılarımı sunarım.