Yazı, yazarın ruh dünyasında beslediği, büyüttüğü ve doğurduğu bir üründür. Bu üç çizgi dairesinde yazıyı değerlendirebiliriz. Yazmak, tek başına bir olay değildir. Yazar ve şairlerin dünyasında yer eden gelişmeler zincirin halkası gibi birbirine bağlıdır. Bütün bu gelişmeler nihayetlendiğinde bir eser olarak ortaya çıkar. Yazara bu açıdan bakıldığında yazı içimizde büyüyen bir çocuk, yazar ise onu büyüten bir annedir. Ne zaman ki çocuk doğar dünyaya gelir ve anne bu muzdariplikten kurtulursa, yazıyı içinde besleyen yazar da duygularını yazdığında o derece rahatlar ve yazısı ile baş başa kalır. Yazı, yazarın çocuğudur. Onu gözü gibi korur ve hep onunla beraber olmak ister. Yazı, sadece kelimelerin cümle içinde uyumlu yer tutması değil, yazar ve şair için dışarıya açılan bir pencere, sokağa atılan bir adımdır. Yazar ve şairler toplumdan etkilenir, toplumu etkilerler. Yazmak, kişinin kalbine olan borcudur. Yazı, yazara aitliği kadar okura ’da aittir. Yazar eser ve okur arasında böyle bağ kurulabilir. Bu anlamda yazar eser ve okur bir cümlenin öğeleri gibidir.

Yazmak için çağrışımların yazarın dünyasında bir şeyleri uyandırması tek başına yetmez. Okumak ve yeni kelimeler bulmak, bunun yanında edebi meclislerde yer almak yazar için eşsiz bir hazinelerdir. Bulunan yeni kelime ve beraberinde çıkacak olan bir cümle, yazarın ruh dünyasında büyüttükleri ile bir eser noktasına ulaşabilir. Nasıl ki bir fırıncı ekmeğini çıkarmak için hamurunu yoğurur, şekil verir ve ekmek çıkartırsa yazar da okumanın ve kelimeleri kullanmanın sonucunda, kelimeleri yoğurarak ve içine iç dünyasını da ekleyerek eserini ortaya koyabilir. Bunun için ben yazı yazmayı içimizde yer tutan duyguların, düşüncelerin bizde his vermesi, bu hislerin içimizde büyümesi, büyüdükten sonra bütün bunları ortaya çıkarmamız, ortaya çıktıktan sonra kelimeler ile yoğurarak bir şekil alması olarak değerlendiriyor, okumanın ilim fikir ve edebiyat meclislerinde bulunmanın sihrine, gizemine inanıyor, kelimelerle oynama sanatı olarak değerlendiriyorum.

Bunun yanında değişen dünyada okurunda değişenleri oluyor. Yeni kişiler duyuyorsunuz, yeni eserler çıkıyor onları okuyorsunuz. Etkileniyorsunuz. Ve şu soruyu soruyorsunuz kendinize;“Böyle yazan da varmış veya bu konuyu çok değişik şekilde almış” diyorsunuz. Ve bu sizi farklı dünyalara atıyor. Kelimeler sizi farklı bir şekilde kurcalıyor. Sizde yeni eserlerinizi oluştururken daha çok kendiniz oluyorsunuz. Daha çok özgün oluyorsunuz. Bu salt yeni yazarların eserleri için geçerli değil tabi. Daha önceden yazan kişilerin eserleriyle de ilgilidir. Önceki zamanlarda yazılmış, ama hiç okumadığınız bir eser sizi farklı efsunlu havalara sokabiliyor. Ve bunun tesirinde kalabiliyorsunuz. Bu, aslında ilkyazılar ile son yazıları kıyas ettiğimizde ilk yazıların veya ilk şiirlerin sadece yazmak için olduğunu hissediyorum. Biraz daha kendini kolay teslim eden yazılar oluyor. Yazarların şairlerin son yazılarına baktığımızda daha okuru düşündürmeye sevk eden, yeni kelimeler bulunmuş ve kelimelere yeni anlamlar yüklenmiş gibi farkların olduğunu düşünüyorum.

Sizlerle gönül dünyanızın kapısını aralayacak nice yazılarla beraber olmak umuduyla. Sağlıcakla kalın…