(1933-2021)

            Üstadın vefatını duyunca kalbimin incindiğini hissettim. O ölmüş, gözyaşlarımız dirilmişti sanki. Yazmanın kalbimize bir borç olduğunu bilerek yüce rabbimizin adı ile başlamak istiyorum. Bismillah…

            Onun adını ilk duyduğumda liseli yıllarımdı. Onu kendisiyle sembolleşen “Mona Roza” şiiri ile tanıdım. Bulunduğum yerlerde, mezuniyet günlerinde bu şiiri sık sık okurdum ve hala okurum. Üstadı git gide araştırıyor, her araştırmamda yeni kapılar açılıyordu önümde. Sürgün olarak nitelendirdiği hayatı 1933 yılında Diyarbakır-Ergani’de başlar. Ortaokul yılları Kahramanmaraş’ta lise yılları Gaziantep’te geçer. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirir. 1951 de ilk şiiri “Hisar” dergisinde çıkar. Maliye Bakanlığı bünyesinde Müfettiş Yardımcısı olarak memuriyetine başlar. Üniversite yıllarında evlenmek istediğini babasına mektupla bildirir. Yalnız cevap olumsuz gelince ismi gibi muazzez “Rüzgar “ şiirini yazar.Hayatı boyunca evlenmez.

“Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım, gelin duvağından kopan bir rüzgâr...
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım, bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...

O ceviz dalları, o asma, o dut,gül gül, mektup mektup büyüyen umut...
Yangından yangına arda kalmış tut muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar.”

            Dünyevi aşklardan manevi aşklara uzanan hayatını “uzatma dünya sürgünümü” diyecekti ve sonra “Sürgün” şiirini yazacaktı. Şairliğinin yanında büyük bir mütefekkir insandır Sezai Karakoç. Diriliş felsefesinin yanındamüslümanların dağılmış hali, kalbine en büyük derttir.Şair İsmet ÖZEL onun için; “Hiç yüz yüze görüşmedim. Fotoğrafları haricinde yüzünü dahi görmedim. Kendisiyle oturup sohbet etmedim. Ama gördüm, naif kalbini gördüm. Mücadelesini ve ümmete olan sevgisini gördüm. Ben esas Sezai'yi gördüm. Hızır’la ettiği kırk saatlik ahbaplığı gördüm. Şiirlerini okudum, bana manevi anlamda abilik etti.” der.Sezai Karakoç, bir fikir, bir ideal ve bir sancaktı. O hiç farkında olmadan bizlere şiir öğretti, ilham verdi ve kalbindeki esintiyi kalbimize üfledi. Hiç bir makam, hiç bir mevki ummadan, maddi beklenti ve taltif beklemeden yaşadı, savaştı, okudu ve yazdı. Sezai Karakoç, bu dünyaya garip geldi, bu dünyadan garip gitti. Belki bir evlat sahibi olamadı, belki soyu devam etmeyecek. Lakin manevi anlamda binlerce evladın babası oldu.1954 yılında yazdığı “Köşe “şiirinin son cümlesinde O gitti bize ağlamak kaldı, kala kala"derken, sanki o öldü kalbimizin gözyaşları dirildi.

                Onun şiirlerini okuduğunuzda yeniden, tekrar tekrar okuma, o sayfaya dönme ihtiyacı hissedersiniz. Kelimelerin öyle gücü var ki, sizi sayfanın ilerisine değil gerisine doğru adım atarsınız.Şiirlerinde ölüm düşüncesi onun için bir kavuşmayı müjdelemiştir. "Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde, bir kış güneşliğinde. Fakat baktım bu ölüm değil, diriliştir. Tabiatı aşan bildiriştir.derken, ölümün ölümsüzlüğünü anlatmıştır.

            Üstat Karakoç, geride bir evlat bırakmadı. Her esere bir evlat nazarıyla bakan biri olarak benim gözümde, sayısız şiir, inceleme, deneme olarak birçok evlat ile ışığında yol alacak nesiller bıraktı. Ömrünü varoluş mücadelesine adadı. Geceye yenilmeyen insana bir sabah, bir gündüz, bir güneşin olacağını müjdeledi. (Bu sözü bana hep 15 Temmuz günü hain darbe girişimini anımsatır.)O gün yenilmemiştik. Karşılığında bize rabbimizden sabah, gündüz ve güneş hediye edilmişti.

            Sözlerin bittiği yerde ruhunu 16.11.2021 tarihinde en sevgilisine teslim etti. 88 yıllık “Sürgün”olarak nitelendirdiği dünya hayatı bitti. En sevgiliye kavuştu. Geride Mona Roza yetim kaldı.Sürgünü bitti ve bizimki de bitene kadar büyük şaire veda…

            Allah’ın sevgisi, rahmeti, mağfireti üzerine olsun. Mekânı cennet olsun. Cennette cem olmak umuduyla…