Eski zamanlarda dervişin biri tıraş olmak için bir berbere gider. Selam, kelam’dan sonra hemen boş olan koltuğa oturuverir. Derviş, berberden sakallarını düzeltip, kafasını ustura ile kazımasını ister. Berber başlar dervişin mübarek kafasını köpürtmeye. Bu arada adet olduğu üzere berberle derviş koyu bir muhabbete dalarlar. O esnada birden dükkanın içine, çeketi omuzunda, yüzündeki yara izlerinden belalı olduğu anlaşılan bir külhanbeyi beliriverir. “Selam ağalar!” dedikten sonra koltukta oturan, tıraşının birinci perdahı bitmiş dervişi görür görmez, “Ulan derviş bozuntusu! Biz burda dururken senin tıraş olman reva mı?” der. Arkasından dervişin ayna gibi parlayan kafasına, “amma da kaliteli kabakmış ha!” diyerek “şaaak” diye okkalı bir tokat atar. Bu arada derviş neye uğradığını şaşırır, hiç gıkını çıkartmaz ve gözlerinden yaşlar billur gibi akmaya başlar. Bu arada berber, olanlar karşısında şaşırır ve aynı şeyin başına gelebileceğini düşünerek, külhanbeyine karşı sesini çıkartmaz, sadece olanları anlamaya çalışır.

Bu arada derviş yarım kalmış köpüklü kafasıyla hemen koltuktan kalkarak bir kenara oturuverir. Külhanbeyi de boşalan koltuğa kurulur. Külhanbeyi, tıraşı biter-bitmez, parasını öder ve tam kapıdan çıkacakken, dervişe doğru yönelir ve ikinci defa dervişin kafasına yine “Valla ne diyeyim ben bu kabağı sevdim!” diyerek okkalı bir şaplak daha vurur. Manzara birinciden farksızdır, yine dervişin yanaklarından cıllıkcıllık gözyaşları dökülmeye başlar ve yine sessizdir.Arkasından külhanbeyi çıkmak için kapıya yönelir. Bu arada berber olanlara bir anlam veremeyerek, durumu sessizce seyretmeye devam eder. Bu esnada külhanbeyi de kapının önüne çıkmış, uzaklaşmaktadır. Çok geçmeden yıldırım gibi nereden geldiği belli olmayan bir atlı gelir ve külhanbeyine çarpar. Bu anî çarpmanın etkisiyle külhanbeyinin bedeni paramparça olur ve hemen oracıkta ruhunu teslim eder.

Bu olanları baştan sona pürdikkat seyreden berber, neler olup bittiğini hiç anlayamamanın verdiği ruh haliyle olduğu yerde adeta çakılır kalır. Hemen işin taraflarından biri olan derviş babaya merakla sorar:

-Derviş baba, söyler misin Allah aşkına! Burada neler oluyor, nedir, niye böyle oldu?  Deyince, Derviş ellerini başına koyarak,

-Vallahi ben de bir şey anlamadım ama heralde kabağın sahibinin (Allah’ın)  gayretine dokundu, deyiverir…

            …

Yine eski zamanlarda Bursa’da bir derviş yaptırdığı çeşmenin başına “Bu çeşmeden sadece Hristiyanlar ve Yahudiler içebilir, Müslümanlara haramdır” diye bir de levha asar. Bu durum zamanın padişahının kulağına gider ve adam yollayarak dervişi çağırtır, ona:

-Derviş baba! Bu ne haldir, bu ne demektir? Senin bu yazın halk arasında fitneye sebep oluyor,  bu yazıyı çabuk kaldır, der.

Derviş de:

            -Sultanım hazretleri, müsaade buyurursanız bunun ne anlama geldiğini size uygulamalı olarak anlatıvereyim, der.

Padişah da:

            -Hadi bakalım anlat da görelim, bakalım neymiş bunun manası?der.

            Derviş hemen şehrin kilisesine gider ve kilisenin papazını örseler, ona hakaretler eder. Bunu duyan hristiyanlar, hemen saraya giderek padişah hazretlerine, durumu anlatıp, şikayet ederler. Padişah da dervişe gereken cezayı verir.

            Yine aynı şekilde bizim derviş sinagoga gider ve hahamı rahatsız eder, onuruyla oynar. Bu defa da Yahudiler, padişaha başvurup, bu davranışın karşılıksız kalmamasını talep ederler. Derviş bunun da cezasını çeker.

            Bu defa derviş, camiye gider ve hocayı sözlü olarak taciz eder, ona cemaatin önünde ağır hakaretler yağdırır. Bu olay şehirde duyulunca Müslümanlar, sessiz kalıp, hiç tepki göstermezler.

            Bu olayların gözlerinin önünde cereyan ettiği seyreden padişah:

            -Haklısın derviş baba haklısın, gerçekten senin bu çeşmenin suyu “Bu Müslümanlara haramdır” deyiverir.

            …

            Ebu Leheb’’in oğullarından biri olan Utbe, Hz. Peygamber’e (s.a.v) babası gibi çok eziyet eder. Bu durum Hz. Peygamber’i hayli üzer ve gönlünü yaralar. Efendimiz hâlini: “Ya Rabbî! Ey Allahım! Şu adama köpeklerinden bir köpeği musallat ediver” diyerek Cenab-ı Hakk’a dua ve  niyazda bulunur.

            Çok geçmeden Utbe, bir kervanla yolculuk yapmaktadır. Kervandakiler dinlenmek için bir vahada mola verirler. O esnada nereden çıktığı anlaşılmayan bir çöl aslan’ı belirir ve doğruca Utbe’ye yönelir. O kadar yolcunun içinde sadece onu seçer ve paramparça ediverir…

             Lâ havle velâ kuvvete illâ billah Yardımcısıdır doğruların Hz. Allah!

                                                           Ziya Paşa