Yıl 1457. Fransa’nın Sevigne Mahkemesi, hayvan masallarında ve çocuklara hitap eden çizgi filmlere bile rastlanmayacak türden bir olaya sahne oluyor. Hâkim, “beş yaşındaki çocuğu yemekten “ sanık olarak yakalanan bir dişi domuzla altı yavrusunu yargılamaktadır. Şahitlerin dinlenmesinden sonra da şu mealdeki hükmünü tebliğ etmiştir:

    “Ana domuzun suçu sabit olduğundan asılarak idam edilmesine…

    Yavru domuzların cesedi yediklerine dair kesin bulgu elde edilmemekle birlikte, suça fer’i iştirakleri göz önünde tutularak hapisle cezalandırılmalarına karar verilmiştir.”

    Fransa adalet tarihini süsleyen(!) bu olay, üstelik münferit değil. Kaynaklara göre, 14. yüzyılın başlarından 15 yüzyılın sonlarına kadar gerek kilise mahkemelerinin gerek normal mahkemelerinin verdiği kararlarla çoğunluğu domuz cinsinden olmak üzere epeyce hayvan idam edilmiş. Bazen, hayvan sahibinin de infazda hazır bulunması mecburiyeti getirilerek…

Engizisyonlar kanlı mezhep kavgaları, giyotinler ve işte hayvan idamları…

Avrupa medeniyeti kolay mı kuruldu sanıyorsunuz siz!...

 

      “ÖLÜLERİNİ YEMEDİLER YA!’’  

      Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir’’adlı eserinde, hemen her Erzurumlunun nükteci, biraz da hicivci olduğunu söyler ve her nesilden konuşma sanatında şöhret kurmuş birkaç usta’’    çıktığını kaydeder. Bunlardan biri, mütareke yıllarında Belediye Başkanlığı görevinde bulunan Zâkir bey’dir.

     O günlerde Erzurum’a gelen bir Amerikan heyeti Ermeni devleti projesi için araştırma yapmakta, şehirdeki Türk ve ermeni nüfusunun tarihi seyrini öğrenmek istemektedir. Zakir Bey, tercümanlık görevi yapan zata, “Bu beyler uzun boylu anlatıyorlar. Ben, kısa bir misalle, Erzurum’da ekseriyet kimlerde idi, cenarele anlatayım .” der.

     Sonra, heyet üyelerini, kaldıkları evin penceresi önüne götürüp, dışarıyı işaret eder:

     “Bakın şurada bütün şehri saran bir taşlık var. Onun ortasında, yirmide biri kadar, duvarla çevrilmiş bir yer var. O büyük taşlık Müslüman Mezarlığı… O küçüğü de Müslüman mezarlığıdır; bunlar ölülerini yemediler ya!..

 

        EŞEĞE ZULMEDEN EŞEK DAVASI

     Bu girizgâhtan sonra II. Mahmut ve Abdülmecid dönemlerinde üç defa İhtisab Nazırı, iki defa da Şehremini ünvanıyle Belediye Başkanlığı görevini yapan Hüseyin Halip Bey’le ilgili bir olayı nakledeceğiz. Hüseyin Bey, sert mizaçlı bir zat idi. Özelikle tüketicinin korunması hususunda son derece hassas davranır, müşteriyi aldatanlara, bozuk, çürük  ve pahalı mal satmaya kalkışanlara göz açtırmazdı. Dükkân sahipleri ondan tir tir titrer, küfeci ve işportacılar onun teftişe çıktığını haber alınca kaçacak delik aradı. Çünkü en ufak bir müsamahası yoktu Hüseyin Bey’in. Sucu sabit olana, o anda aklına esen cezayı verir derhal uygulatırdı.

        Hüseyin Bey, bir gün, yanında kavasları olduğu halde Edirne Kapı civarında dolaşmaktaymış. Sırtında iki çuval yüklü bir eşeği ağaca bağlı vaziyette görünce sahibini bulamalarını emretmiş. Ve aranan kişi, yakındaki kahvehanede kahve ve çubuk içerken yakalanıp getirilmiş. Adam, sur dışındaki bir köyden yarım saat önce geldiğini, yorgunluk atmak için kahvehaneye oturduğunu söylemiş. Ama zavallı eşek yüklerin ağırlığı altında çile çekerken, sen otur keyfine bak; reva mı? … Öfkelenen Hüseyin Bey, kavaslarına verdiği emirle çuvalları indirtmiş. Bir torba yem buldurup hayvanın boynuna taktırmış. Sonra adamı aynı yere bağlatmış, iki ağır çuvalı onun sırtına yükletmiş. Ağlayan, sızlayan, yalvarıp yakaran adam, eşek yemini bitirinceye kadar o vaziyette bırakılmış. İki büklüm kan-ter içinde ve dayanılmaz ağrılarla…

      Hüseyin Bey’in yaptığı bu uygulamanın gerçi mevzuatta yeri yoktu. Ama şüphesiz öyle etkili bir cezaydı ki, sahibine de, olayı görenlere de, duyup öğrenenlere de ömür boyu unutulmayacak bir “hayvan haklarına saygı” dersi yerine geçecekti.

 

****************************************

 

Sözün Gücü:

           İyiliği, yalnız iyiler anlar, kötülüğü ise herkes.

                          (C. Şe