Dostlar, içinde bulunduğumuz zaman dilimi bizleri baş döndüren bir hızla değişen ve yeniden yapılanan bir dünyaya şahit kılıyor. Dünyamızın içinde bulunduğu süreç öylesine hızla eviriliyor ki bu sürece ayak uyduramayan bu süreci doğru algılayıp, düzgün bir politika geliştiremeyen ülkeler, toplumlar kısa zaman içerisinde tarihin karanlık deliğinde yok olup gitmeye başlıyor. 
       İşte bundan dolayıdır ki içinde yaşadığımız dönemde dünya siyasetinde inanılmaz entrikalara ve politik manevralara şahitlik ediyoruz.
       Örneklendirecek olursak, bu güne kadar birbirine şeytan gözü ile bakan İran ve ABD'nin nasıl yakınlaşma içerisinde olduğunu görebiliriz. Her gün birbirine ölüm tehditleri yağdıran İsrail ile İran'ın bölge politikalarında yakınlaşma içerisinde olduğunu görebiliriz. Bu güne kadar Şia politikalarını kendisi için büyük bir tehdit olarak niteleyen Suudi Arabistan yönetiminin Lübnan'a yani dolaylı olarak Hizbullah'a milyon dolarlarla ifade edilen silah yardımına şahit olabiliriz. İki büyük müttefik Almanya ile ABD arasındaki birbirlerini dinleme krizinden yola çıkarak aslında batıda başlayan güvensizlik ve buna bağlı olarak ta batı bloğunda büyük çözülmenin habercisi olduğunu tahmin edebiliriz. Son yüzyılda kalkınmasını Türkiye üzerinden gerçekleştiren Almanya'nın fanatik bir Türkiye düşmanı durumuna dönüşmesinden Türkiye'nin mevcut politik gelişiminin dünya dengelerini nasıl sarstığını ve tehdit ettiğini de anlayabiliriz.
             Bütün bu gelişmeler ışığında her zaman dikkatinizi çekmeye çalıştığım ve temel nokta şudur ki; herkesin bildiği ama bir türlü bizdeki okumaz yazmaz muhalif anlayışın anlayamadığı gerçek bütün dünya değişiyor, eviriliyor, yenileniyor. Çok kısa bir zaman içerisinde yaşadığımız dünyanın çok farklı bir kimliğe ve niteliğe bürüneceğini görebiliyoruz. 
         İşte bundan dolayıdır ki böylesi kritik bir geçiş süreci içerisinde Türkiye Cumhuriyeti'nin hak ettiği konumu kazanabilmesi, batılı emperyalistlerden geçen yüzyıl içerisinde gasp edilmiş haklarını geri alabilmesi süreci doğru okumamıza ve bu süreç içerisinde doğru bir duruş sergileyebilmemize bağlıdır.  
          Dostlar, son oniki yıl içerisinde ülkemizde gerçekleşen siyasi gelişmeler bir tesadüf ürünü değildir. Ülkemizin içinden geçtiği süreci tesadüf olarak algılayan, halkın seçimlerini makarna ve kömüre tahvil eden muhalif bir anlayış ya cehaletin dibine vurmuş olmaktan dolayı bu sözleri sarf edebilir ya da, ihaneti kendine yakıştıran bir ahlaki yozlaşmanın sonucu olarak bu sözleri dile getirebilir.
         Çünkü toplumsuz ve milliyetsiz siyaset yapılamaz. Tolumun tercihlerini, milletin zaman içerisindeki değişimini, toplumsal değerlerin milli kimliğimizdeki yeri ve önemini anlayamamış, kabullenememiş bir siyasi örgütlenme şeklinin ne ülkemizde ne de dünyanın bir başka coğrafyasında geleceği olamaz.
           Dostlar, sözün özü şudur ki; dünyanın bu kadar büyük değişim ve dönüşüm içerisinde olduğu bir süreçte Türkiye Cumhuriyeti'nin de devlet yönetiminde çok daha güçlü bir temsil yöntemine ihtiyaç vardır. Devlet halk adına ne kadar çok inisiyatif kullanabilme, politik karar alabilme ve gerektiğinde siyasi manevralar yapabilme yeteneğine sahip olursa o kadar çok özlemini duyduğumuz Türkiye'nin inşası kolaylaşacaktır.
           Türkiye, dünya politikalarının bu kadar hızla değiştiği, ülke politikalarının kaypaklaştığı bir ortamda temsil kabiliyeti zayıf iktidarlarca yönetilemez. Bundan dolayı ülkemizin en kısa zamanda hızla başkanlık sistemine geçmesi kaçınılmazdır. İçinde yaşadığımız zaman diliminin şartları ülke iktidarında hangi siyasi parti hakim olursa olsun başkanlık sistemini zorunlu kılmaktadır.
            İşte bundan dolayıdır ki 10 Ağustos 2014 tarihli seçim sonuçlarını Türkiye'nin başkanlık sistemine geçiş sürecinde önünü açan bir aşama olarak görüyor, yapmış olduğu tercihlerden dolayı da aziz Müslüman Türk Milletini tebrik ediyorum.