Dostlarım her nedense yamyamlıktan bahis açılınca, vaktiyle Afrika’nın iç kesimlerinde yaşayan bazı ilkel kabileler akla gelir. Ama tarih sayfalarını karıştırın, Avrupalıların bu konuda fersah fersah ileride olduklarını göreceksiniz. Öyle ki, bırakın sadece insan avlayıp yemeyi, cesetlere bile musallat olmuş, hatta insan etini ticaret metaı haline getirmiş olduklarına tanık olacaksız.

            1096 yılında Anadolu’ya ayak basan başıbozuk Haçlılar, vahşi hayvan sürülerinden farksız idiler. İznik civarında yakaladıkları çocukları parçalıyor, etlerini kazıklara geçirip ateşte kızartıyor, sonra yalana yalana yutuyorlardı.

Antakya kuşatması sırasında, başlarındaki ünlü papaz, Pierre I’Ermit’in tavsiyesine uyarak, şehit Türk askerlerinin cesetlerini toplamış, tuzlamış, pişirmiş, kendilerine ziyafet (!) çekmişlerdi. Halep’in Maarra kasabasını ele geçirdikten sonra baş gösteren açlıkta ise, birkaç hafta bataklıkta kalan kokmuş Müslüman cesetlerini toplayıp yemişlerdi. Bütün bu olaylar, Batı kaynaklarında anlatılıyor.

Ama Avrupalıların yamyamlığı, Haçlı seferlerinin başlangıcıyla ortaya çıkmış değil. Onlar, 70 yıl önce kendi dindaşlarının da icabına bakmışlardı. Nitekim 1026 yılında Fransa’da yaşanan kıtlıkta, anormal nüfus kırgını olmuş, açılan geniş çukurlara yüzlerce ölü doldurulmuştu. Sağ kalanlar bunları talan ediyor, sürükleyip götürdükleri cesetlerle karın doyuruyorlardı. Elma ve yumurtayla çocukları kandırıp boğazlayanlar ve yiyenler vardı. Bir adam Tournus pazarında pişmiş insan eti satmaya kalkmıştı. Hele Macan civarındaki ormanda yaşayan bir adamın kulübesinde görülen manzara, büsbütün tüyler ürperticiydi. Oradaki kiliseye gelenleri kandırıp götüren bir adam, yediği 48 kişinin kafasından bir koleksiyon oluşturmuştu.

Orta Çağ’da yaşanan bu dehşet verici olaylar, Yani Çağ’da, Amerika’nın keşfinden sonra inanılmaz bir boyut kazandı. Girdikleri her bölgeye ölüm yağdıran İspanyol işgalciler, çok geçmeden yamyamlığa başladılar. Ve insan etinin tadını alınca işi ticarete bile döktüler. Sırf insan eti satan kasap dükkânlarında, katledilen Kızılderililerin çeşitli uzuvları çengellerle asılarak teşhir ediliyordu. Parayı bastıranlar, isterse parça parça kızartılmış Kızılderili’yi yiyebiliyorlardı.

Ne dersiniz, Batı Medeniyeti’nin temelinde “insan hakları” fikri değil, galiba “insan etleri” gerçeği yatıyor.    

 

BU KADINLAR ASLINDA ERKEK

Dostlar bu haftanın ikinci hikâyesi de edebiyat tarihimizde görülen mahlas isim kullanma geleneğine dair. Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Etem ÇALIK’ın araştırmasına göre, mahlas veya müstehar isim kullanma alışkanlığı Araplardan İranlılara onlardan da biz Türklere geçmiş olan bir adettir. Biz tarihimizdeki birçok eser sahiplerini gerçek adı ile değil takma adları ile tanırız. Mesela Fuzuli’nin Mehmed İbni Süleyman, Namık Kemal’in Mehmed Kemal, halk şairi Hicrani’nin Hacı Taştan olduğunu bilen çok azdır.

         Çalık, 20. yüzyıl şair ve yazarları arasında birden fazla takma ad kullananları da tesbit etmiştir. Rekor 45 taklma adla Aziz Nesin’e aittir.  Onu Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 25, Nihal Atsız 12, Ziya Gökalp 11, Refik Halit Karay 8 ve Orhan Kemal 5 isimle takip etmektedir.

    Ayrıca, kadın adı kullanma geleneğinde de yaygınlık gözlenmektedir. İşte, gazetelerde, dergilerde, imzaları ile kadın gibi görüntü veren yazarlardan bir kaçı:

Rabia Hatun:   İsmail Hami Danişmend.

Leyla Feride: Ahmet Rasim

Fahriye Nedim:  Süleyman Tevfik.

Mübeccel Halit:  Refik Halit Karay.

Hatice Süreyya:  Vala Nurettin.

Nevin Yıldız:  Atilla İlhan.

Fatma Kan: Aclan Sayılgan.

Oya Ateş: Aziz Nesin

AHİRETE YOLCULUK

          Dostlarım bu haftanın son kıssası büyük Türk sultanı, Eyyubi Devleti’nin kurucusu Selahaddin EYYUBİ’nin son nefeslerine dairdir;

         Haçlı ordularını darmadağın eden ve Kudüs’ü onların ellerinden kurtaran büyük Türk Sulatanı Selahaddin EYYUBİ, ölüm döşeğindedir. Büyük sultan, Hakk’ın Rahmetine kavuşacağını anlayınca, adamlarına durumu hususunda halkın haberdar edilmesi emrini verir. Selahaddin EYYUBİ, son nefeslerini tüketirken, onun emri gereği Şam sokaklarına dağılan münadiler, ellerinde bir mızrak mızrağın ucuna geçirilmiş bir parça kefenle soksak sokak dolaşmaya başlamışlar ve halka sultanın durumunu şöyle duyurmuşlardır:

         “Ey ahali! Bilin ki, Şark’ın hâkimi Sultan Selahaddin ölmek üzeredir. Ve ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir.”