Dostlar sözü yaşanılan hayatın olağan akışı içerisinde ustalıkla kullanmak bizim medeniyet tarihimizde yaşam bulmuş ve bu medeniyetin ahlakı ile ahlaklanmış insanlara ait bir marifettir. Bu marifeti sergilemek öyle özel bir eğitimi gerektirmiyordu. Çünkü toplumun her bir ferdi bir diğer kardeşi için yüreğinde hikmete dair bir ilim taşıyor ve bunu paylaşmaktan korkmuyordu. Çünkü paylaşmak bu medeni dünyanın her bir ferdinin en önemli ahlaki vasfıydı. İnsanlar başkalarından bir şeyler elde ederek zenginleşmekten ziyade birbirleri ile bir şeyler paylaşarak kazanmanın mantığına sahip olmuşlardı. Çünkü onlar ömrü boyunca asla, ama asla hiç kimseye ikram etmekten korkmamış kendisinden bir şey istenildiğinde asla hayır dememiş bir peygamberin evlatlarıydı. Kendilerinden bir şey istenildiğinde hayır demeye haya eden bir edeple edeplenmişlerdi. Dostlar insanımızın kapitalist ahlakın pençelerinde kıvrandığı şu asırda belki de en çok özlemini çektiğimiz şey birbirine sadece Allah için ikram etmeyi bilen insanların yaşadığı bir sevgi toplumu olsa gerek.  

PADİŞAH, VEZİR VE BİR PİR-İ FANİ

Çok bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş.
Yanına Baş vezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir
adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.
Padişah, ihtiyarı selamlamış:
-Selamünaleyküm ey pir-i fani…
—Aleykümselâm ey serdar-i cihan…
Padişah sormuş:
-Altılarda ne yaptın?
İhtiyar cevap vermiş:
-Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor…
Padişah gene sormuş:
-Geceleri kalkmadın mı?
İhtiyar cevaplamış:
-Kalktık… Lakin ellere yaradı…
Padişah gülmüş:
-Bir kaz göndersem yolar mısın?
İhtiyar cevaplamış:
-Hem de cıyaklatmadan…
Padişahla Baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah
Baş vezire dönmüş:
-Ne konuştuğumuzu anladın mı?
Baş vezir cevaplamış:
-Hayır padişahım…
Padişah sinirlenmiş:
-Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.
Korkuya kapılan baş vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere
kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor.
İhtiyara sormuş:
-Ne konuştunuz siz padişahla…
Adam, baş veziri şöyle bir süzmüş:
-Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.
Baş vezir, yüz altın vermiş.
—Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah
olduğunu.
İhtiyar cevaplamış:
-Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.
Vezir kafasını kaşımış.
-Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?…
Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.
—Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim.
Vezir bir soru daha sormuş…
—Geceleri kalkmadın mı ne demek?
Adam bir yüz altın daha almış.
—Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına
yaradılar, dedim…
Vezir gene kafasını sallamış.
—Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek…
İhtiyar gülmüş ve:
-Onu da sen bul… Demiş…