ÖĞRETMENİM! SENİ ÇOK SEVİYORUM
Hayat insanlara bir şeyler öğretirken, biz öğretmenler çoğu şeyi kendi öğrencilerimizden öğreniriz. Her eğitim öğretim yılı biz
öğretmenler için yeni bir heyecan, yeni bir başlangıçtır.
Öğretmenlik mesleğime 1995 yılında, İstanbul’un Kağıthane ilçesinin, gecekondu bölgesindeki bir okulun elli sekiz öğrencili birinci
sınıfıyla başlamıştım. Okulun ilk haftası en arka sırada oturan bir öğrencim vardı. Bu çocuk defterini, kalemini çantasından çıkarmadığı gibi
altı ders boyunca ders aralarında bile dışarı çıkmıyor, bütün ısrarıma rağmen ağzından tek kelime dahi alamıyordum. O günlerde kız
öğrencilerimden biri, onun geçen yıl da birinci sınıfı okuduğunu ve sınıfta kaldığını söyledi. Ertesi gün derme çatma malzemelerden
yapılma bir barakada oturan ailesinin yanına gidip anne babasıyla görüştüm. Çocuklarını rehberlik araştırma merkezine götürmeleri
gerektiğini söyledim. Anne babasının okuma yazma bilmemeleri ve bu işi kendilerinin yapacak durumda olmadıklarını söylemeleri
nedeniyle ertesi gün onlarla birlikte Şişli Rehberlik Araştırma Merkezi’ne ben de gittim. Yetkililer çok yoğun olduklarını söyleyerek,
bize nisan ayına gün verdiler.
Nisan ayına neredeyse altı ay vardı. Ben bu sürede bu çocuk için ne yapabileceğimi düşünmeye başlamıştım. Bir ay geçmiş,
O konuşmuyor; tahtadaki yazıları bile eksik, karışık bir şekilde ve tersten yazarak defterine yazmaya çalışıyordu. Bu ara birkaç
öğrenciyi de işin içine katıp onun ders aralarında dışarı çıkmasını sağlayabildik. Hiç konuşmasa da onda küçücük bir gelişme
olduğunda bazen küçük hediyelerle bazen hoş sözlerle onu ödüllendiriyorduk. Artık en büyük yardımcım kendi öğrencilerim
olmuştu. Kim bilir, belki de şimdiye kadar hiç alkışlanmamıştı. Belki de ona hiç “Aferin!” denmemişti. Okuldaki dersimiz
öğleden sonra başlıyordu. Bir gün görebilir miyim, diye evlerinin yakınlarındaki bir parkın köşesinde onu bekledim.
Bir süre sonra tek başına parka geldi. Parkta birçok çocuk varken, o sadece salıncakta kendi kendine sallanıp evin yolunu tuttu.
Aylar geçerken çok az yol alabiliyorduk. Nisan ayı gelmiş, onun ağzından bir kelime duyamadan ailesiyle
birlikte yine Rehberlik Araştırma Merkezi’nin yolunu tuttuk. Çocuk, uzmanlar tarafından burada muayene edildi.
Bir hafta sonra okulumuza gelen yazıda, “İmkanların yetersizliği nedeniyle sınıf içinde eğitilmesi uygundur.” yazılıydı.
Yazının bir bölümünde bu tür durumlarda çocuğun okuma yazma öğrenemese dahi, sınıf tekrarı yapılamayacağı yazılıydı.
Mayıs ayının sonlarına doğru okuma yazmada eksiklikleri olan birkaç çocukla tahtayı tebeşirle ikiye
bölüp cümle çalışması yapıyorduk. Onun da yazabileceği iki üç kelimeden oluşan cümleler söyleyip, tahtaya yazmalarını
sağlıyordum. Her defasında o da parmak kaldırıyor, ben de onu tahtaya kaldırıyorum, arkadaşları da onu alkışlıyordu.
O da bundan büyük keyif alırken zil çaldı. Onun elinden tutup, ona artık çok başarılı olduğunu ve kurdele takmak
istediğimi söyledim. Sen de takmamı ister misin, dediğimde kendisini içine kapatıp sadece başını salladı. Peki,
sana kurdele takarsam konuşur musun, dediğimde yine başını salladı. Ona anne ve babasının adının ne olduğunu sordum.
Sadece fısıltıyla ağzından iki kelime çıktı.
Ne dediğini duyamasam da zil çaldığında diğer öğrenciler içeri girince, onlara artık arkadaşlarının konuştuğunu söyledim.
En büyük yardımcılarım çocuklar, hep bir ağızdan sevinç çığlıkları atarken onun yüzünde şimdiye kadar tanık
olmadığım bir mutluluk vardı. Ders arasında öğretmenler odasında yaşadığım mutluluğu arkadaşlarımla paylaşırken
kapı açıldı. İki öğrencim onun elinden tutmuş, yanıma geldiler. İçlerinden biri, “Öğretmenim, bakın bu size bir şey
söyleyecekmiş.” dedi.
Heyecanla nasıl bir sesi var ve ne diyecek diye bekliyordum. Onun ağzından duyduğum ilk şey, “Öğretmenim ben seni
çok seviyorum.” Olmuştu.
Aradan tam on sekiz yıl geçmişti. Konya’nın Karapınar ilçesinde bir okuldayım. Bir gün telefonum çaldı
ve arayan yıllar önce çalıştığım o okulun müdürüydü. Kısa muhabbetten sonra, “Hani senin konuşmayan bir
öğrencin vardı, hatırlıyor musun?” dedi. Hiç unutmadığımı söyledim. Yine aynı durumda bir öğrencilerinin
olduğunu, bu çocuğun öğretmeninin de benimle görüşmek istediğini söyledi. Öğretmenle çok şey konuştuk, ona
çok şey anlattıım; fakat her şeyden önemlisi de o çocuğu çok sevmesini ve sabırlı olması gerektiğini söyledim.
Dünyaya yeniden gelecek olsam, hiç düşünmezdim ve ben yine öğretmen olmak isterdim.