Dostlar, eğitimini almakta olduğum Yüksek Lisans programı için hazırladığım bir makaleyi sizlerle paylaşmak istiyorum;

            İnsan denen varlığı belki de bütün diğer varlıklardan farlılaştıran ve onu özel kılan şey onun içinde yaşadığı evren adı verilen düzenliliği anlama ve anlamlandırma gayreti içerisinde olan bir varlık olmasından kaynaklanıyor. İnsan denen varlığın ruh ve akıl sahibi olmasından kaynaklanan ama diğer hiçbir canlı varlıkta gözlemlenmesi mümkün olmayan bu davranış şekli aslında yaşadığı düzeni anlama yoluyla kendini anlayabilmek, kendini anlamlandırabilmek ihtiyacından da kaynaklanıyor. Yani bir başka deyişle insan dediğimiz varlık ne kadar yaşamış olduğu evren adı verilen devasa düzeni anlayabilmişse eğer o ölçüde de o düzenek içerisinde kendini anlayabilme ve anlamlandırabilme şansına sahip olacaktır.

          Yaratılışın gereği ve Yüce Allah’ın muradı gereği insan denilen varlığı harekete geçiren bu temel motivasyonun en arka planında Allah’ın bu varlık âleminin tek akli varlığı olan insandan kendisini bulması ve anlaması bu anlayış çerçevesinde insan denilen varlığın yaratanı ile iletişime geçmesi muradının yatmakta.

            Yaratanın bu muradının bir gereği olarak insan içinde var olduğu bu düzenek içerisinde kendini tahrik eden, kışkırtan bir türlü önünü alamadığı gerçeği anlama, bilme arzusu içerisinde kalmıştır. Hatta öyle ki yerine göre insanın yaşadığı düzenin arkasındaki muhteşem gerçeği yakalayabilme arzusu insanın en temel ihtiyaçlarının dahi önüne geçebildiğine de tanık olabiliyoruz. İnsanın bu motivasyonla harekete geçmesi varlık âleminin yaratılışı noktasında Allah’ın muradı – insanın varlık amacı arasındaki örtüşmeye de işaret etmektedir.

            İnsanın bu arayışı değişik toplumlar ve zaman dilimleri içerisinde farklı nitelikler gösteriyor olmasına şaşırmamak gerekir. Toplumsal tecrübeler, geleneksel alışkanlıklar, coğrafi şartlar insanlar üzerinde farklı algılara ve sonuçlara yol açmış olması kaçınılmazdır. Ama belki de burada en çok dikkatimizi çeken nokta bence şu olmalıdır: her nerede ve ne zamanda olursa olsun insanın yaşadığı büyük kozmosu anlama anlamlandırma isteği ve bu arzunun insanı bu düzenin arka planında var olan temel bir cevher, akıl, öz kavramına olan inancıdır. İnsanın hakikat arayışındaki bu ortak buluşma noktası kaçınılmaz olarak bizlere varlık âleminin var oluş sürecindeki temel sebep noktasında insanın arayışı ve bu arayışa bulduğu benzer cevaplar akıl ve ruh eksenin de dünya insanlarının farklı kültür ve geleneksel formlara sahip olmalarına karşın benzer refleksler içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu görüntü bence her şeye karşı var oluş sürecinin insan üzerinde tecelli eden ilk sebebe dair ciddi ipuçları taşımaktadır.

   Modern dönem felsefesi Orta Çağ felsefesinin kısır, skolastik yaklaşım tarzına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Tarihte görülen her tepki hareketinde olduğu gibi modern felsefede ifrat – tefrit olarak niteleyebileceğimiz Ortaçağ felsefesine olan tepkime ile kendini gerçekliğin bir başka uç noktasına savrulmuş olarak bulmuştur. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi tarihsel açıdan dünya üzerinde siyasi, sosyal ve ekonomik olarak insanlığın kendisini sorguladığı, dünya üzerinde yaşanılası bir ortam için modern felsefenin kazanımlarını sorgulamaya tabi tuttuğu bir dönemdir.

          Modern felsefe Orta Çağ felsefi anlayışına getirmiş olduğu eleştiriler ile bir taraftan haklı gerekçelere sahip olmanın yanı sıra diğer taraftan felsefi hayatın yanı sıra gelişme göstere modernist, seküler anlayışın zafiyetlerinden kendisini uzak tutmayı başaramamıştır. Orta Çağın toplum esaslı varlık felsefesi yaklaşımı modern felsefe ile bireyci bir yaklaşıma doğru evrilmiştir. Modern dünya için ise felsefedeki bireyci yaklaşımın hukuk, siyaset, özgürlükler noktasında çok ciddi tartışmaya açık bir takım sonuçlara yol açtığı gözlemlenmektedir. Her gün daha çok hukuki, siyasi ve sosyal devlet uygulamaları ile daha çok

bireyleştirilen günümüz insanın yaşam tarzı içerisinde artık varlığın top yekün ortak çıkar ve menfaatlerini korumak gün geçtikçe imkânsızlaşmaktadır. İnsanın her gün daha çok birey kimliği ile ön plana çıkan varlık özelliği kaçınılmaz olarak onun insan kimliğini kazanmasında en büyük etken olan gelenek ve toplum yaşantısına dair ortak birikimlerden uzaklaşmaktadır.

               Bu anlayışın bir neticesi olarak ta içinde yaşadığımız zaman diliminde şehirlerin kalabalık ortamlarında her gün daha çok yalnızlaşan ve yalnızlaştıkça da ilkelleşen insan modeli ile karşı karşıya kalmaktayız.

              Çünkü, insan varlığının en temel varlık özelliği insanın hem maddi hem de manevi anlamda gerçekleştirebilmesi için en uygun olan ortam değerler harcı ile örgülenmiş toplumsal yaşam ortamlarıdır.  Ama ne var ki, kişiyi bireyleştiren felsefi düşünce hayatı bırakın insanın kendi varlığını gerçekleştirebilmesi için gerekli olan toplumsal bir yaşam ortamını yakalamak, tolum yaşamının temel hücre yapısını oluşturan aile kavramından dahi epeyce uzaklaşmış gözükmektedir.

             Modern felsefi yaşamın bireyi onun hak ve hürriyetlerini zirveleştiren felsefi yaklaşımı farkında olmadan bir balığın suda yaşaması kadar doğal olan insanın toplum ortamında hayat bulması gerçeğine zarar vermiştir.       

             Modern dünyanın temel düşünce dinamiklerinin bizzat bu sistemin kurucuları tarafından eleştiriye tabi tutulduğu içinde yaşadığımız dönem İslam inanç sistemi içerisinde yaşayan toplumlara büyük fırsatlar sunmaktadır. Modernizmin tüm global çapta ortaya koyduğu tahrifatlara rağmen geleneksel inanç ve bunun üzerinde gerçekleşmiş toplumsal örgütlenme yapısını kaybetmemiş İslam coğrafyasının insanlığın bu en son demlerinde belki de en gür seda ile kendi içinde barındırdığı hakikatleri dile getirmenin tam zamanıdır. Allah’a emanet olunuz. Dua ile kalınız.