Bu metin, facebook'ta sevgili kardeşim, kıymetli hemşerim Faruk Ersoy'un "doğduğum yerdeyim (Karapınar)" başlıklı paylaşımına katkı olarak karalanmıştır: Bizim için de gez dolaş, benim güzel kardeşim! Düğürcük ye, gavurga ye!Karapınarlı olmayan birine düğürcüğü ikram etmeden ve tattırmadan anlatabilir misiniz? Hele termiyeyi Konyamızın dışında kimseler bilmez. Ya Hacıse'de Elmacı Yusufanın bakkal dükkanından kümesten yürüttüğümüz bir kaç yumurta karşılığı aldığımız "lokum-püskürt'ün" damağızda hala canlı duran tadını...Faruğum, Anneciğine biraz nazlanıver, seni kırmaz-inşallah hayattadır- şöyle bi ekmek kurdur, soğanlı sıkma yaptır, mis gibi kokuluca afiyetle ye. Sadeyağını da bol sür, kazara üstüne sakın akıtma, zor çıkar. Bunu  aman ihmal etme. Memleketi hatırlatan ne varsa yap.Ah!Mevsimi olsaydı da, seninle beraber Ketirlere çağla toplamaya gitseydik. Tabii Pınarbaşılılarla, Hacıömerlili çocukların sapan daşı savaşlarından kafayı yardırmadan selamet geçebilirsek. Gelirken de Çetmi çeşmesine uğrayalım istersen, o pirinç döküm musluğundan kana kana bir içelim. Heralde bundan sonra Allah'ın izn-i keremiyle kabirde bile susamayız artık. Amanın Hacı Ahmet (Uzunlu) hocam da ikindi namazı için camiyi açmak üzere sokağın ucundan gözüktü. Muzaffera (Dilek) yaşlılarla birlikte caminin önünde oturup, namaz vaktini bekliyor. Hemen o arada köşeden elinde çömeli simsiyah sakalı, tatlı simasıyla, cebindeki antika köstekli saate bakarak gelen derviş İprama (Uğur) da birden gözüküverdi. Yahu! Sahi birileri bana hafiften vursun, cimciklesin, iyiden daldırdık ha! Eee ne dersin! Memleket hasreti ve sevdası adamı böyle zaman tüneline bindirir ve derin hayallere daldırır. Faruğum, şehre doğru aşağı gelirken, adetin olduğu üzere Muhammed (Onuk) hocayla karşılaşınca, meşhur ayak sohbetlerine bir dalıver, iki lafın belini kırıverin. Sonra Alitepe'ye çık, şairin dediği gibi gözlerini kapat ve Karapınar'ı dinle. Aaa o da ne! Hazım (Kuzu) hoca o meşhur davudi sesiyle Sultan Selim'in minarelerinden sela mı veriyor ne? Sonra gözünü aç ve Kumsiri'ye doğru iyice bi bak, görünüyor değil mi? Kafanı hafifçe sola çevir ve gelin gibi süzülen Karacadağı uzun uzun temaşa et. Başını geriye çevir Apakkaşına da bir selam gönder. Kurban olurum ben o manzaralara. (Mustafa) Ekiz hoca o keskin mavi gözleriyle yoldan geçerek, İmam-hatibe mi gidiyor yoksa? Kalkan (Mehmet) hoca da bisikletini terkine almış, Hacı Ömerli"ye doğru aheste aheste yol alıyor. Hikmet Nas külüstür pisikletiyle oradan geçiyor olmasın? Nolur kara gözlüm! hemen şimdi arabana atla, doğru Acıgöle git, Karapınar'a taraf dön ve uzun uzun acısıyla-tatlısıyla çocukluğunu geçirdiğin Karapınar'ı derin derin içine çek. Eveet dostlar! Şimdi bunları okuyunca siz ne düşündünüz bilemiyorum ama Hz. Fahr-i Kainat Efendimiz: "İman sevgisi imandandır" buyurur. Doğru, insanın doğduğu, büyüdüğü toprakları sevmesi, onun tabii halidir. Hatırlarsanız Efendimiz (a.s), Hicret ettiği gece Mekke'den ayrılırken şehrin gözüktüğü en son tepeye gelince, kutlu şehre doğru yere çömeldi ve gözlerinden yaşlar boşanırken mübarek dudaklarından şu kelimeler dökülüverdi:"Ey Mekke! Ben sende doğdum, sende büyüdüm, senin sokaklarında oynadım. Ama ne edeyim ki, bu müşrik adamlar beni senden ayırdı. İnşaallah çok sürmeden sana tekrar dönerim." buyurdu. Efendimiz bildiğiniz gibi tam on sene dünyanın ve insanlığın merkezi Mekke-i Mükerreme'den ayrı kaldı. Rasulullah, yıllar sonra Veda Hacc'ını ifa etmesinin ardından Mekke'de kalma ve yerleşme niyetini Müslümanlarla paylaşınca, Medinelilerden bazıları aralarında:"Gördünüz mü, Hz. Peygamber'in artık bize ihtiyacı kalmadı, şimdi bu yaptığı doğru mu?” tarzında lafları konuşmaya başladılar. Bu laflar Efendimizin kulağına ulaşınca,ani bir kararla Ashabına:"Sökün çadırları, haydi Medine'ye dönüyoruz" buyurdular. Yine bazı eski kitaplarda:"Allah insanı yaratırken Azraile yeryüzünden toprak getirmesini emretti. O da, hangi insan nerede bulunacaksa veya nerede ölecekse, o yerden toprak getirdi. O halde buna göre biz Karapınarlıların çamurumuzun toprağı memleketimizin çorak topraklarından alınmış oluyor. Valla fena bir fikir değil. Ne dersiniz? Yine insan dışarda bir hemşerisiyle karşılaşınca, özellikle de askerde:"Toprağım" diye hitabetmesi bundan kaynaklanıyor olmasın? Valla elçiye zeval olmaz derler, Karapınarlı dışarda okuyan bir gencimizin bize yazdığı mesajda memleketle ilgili bazı gözlemlerini -kimse alınmasın ama-şöyle ifade ediyor:       “Eskiden eser kalmamış, toprak evler gitmiş, çakıllı sokaklar asfalt olmuş, cava motorlar mersedes olmuş, ama samimiyet can çekişiyor be hocam! Selam veriliyor, gençler artık selam da almıyor, mal ve zenginlik, ruhu öldürmüş vesselam.” Netice: Faruk kardeşim, Sen de bilirsin tekrar edelim ki: "Bir şehirde yaşamakla, bir şehri yaşamak" çoook farklı şeylerdir aziz dostum. "Hasılı Ol mahiler ki, derya içre derya bilmezler" vesselam. 27 Kasım Cuma/14 Safer 1437. BATMAN.