Bu metin, hemşehrimiz Mehmet Elmas'ın 'Face-book'ta "Pınar" başlıklı makalesinin bize düşündürdüklerinin bir katkı olarak paylaşımıdır:Karapınar adı Karapınarımızın tarihteki ilk adıdır. Yavuz Sultan Selim zamanında buraya bir kervansaray yapılmasından sonra Sultaniye adını almıştır. 1934 yılından sonra adı tekrar Karapınar olmuştur. Yerli halk tarafından bizim çocukluk yıllarımızda yerel ağızla "Gaybiyar" denirdi. Kanuni Sultan Süleyman(1520-1566)'ın aynı anda İran ve Irak'a yaptığı Irakeyn seferinde (1533-1536), Konya güzergâhından gelerek, Tebriz yolunda Karapınar'da ordusuyla konaklamıştır. Sultan Selim Camimizin yapılış tarihi 1563'tür ve o dönemde oğlu Konya valisi şehzade II. Sarı Selim tarafından yaptırılmıştır. Dolayısıyla Kanuni'nin Karapınar'dan geçişi, Karapınar'ın kuruluşundan Sultaniye olmasından otuz yıl öncedir. Bugünkü karşılığıyla padişahın basın danışmanı Matrakçı Nasuh, eserinde Karapınar'ı içine alan bir gravür resim yapmış ve pınarı resmederek çıktığı yere "Garabinar" yazmıştır. Matrakçı Nasuh''un "Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn" adlı bu kıymetli eseri, bizim de bizzat hocamız olan İslam Tarihi Profesörü merhum Hüseyin Gazi Yurdaydın'ın doktora tezidir. Hatta bu eserde orda herhalde bir köy vardı ki, ordunun gıda ihtiyacı için işte şu kadar ukye (okka) özelliklede "Sadeyağ" ve "Yoğurt" satın alındığı belirtilmektedir. Pınarının "kara" olması, suyunun sadece temizlikte kullanılıp, içmeye müsait olmamasından kaynaklanmış olmalıdır. Şimdi günümüzde o kadar temizlik ürünü çıktı ki, bir marketin tereklerinin yaklaşık üçte biri deterjan dolu ve parfümlüsü, yumuşatıcısı vs. vs. var da var. Herhâlde pınarımızda artık bu modern dünyada bana ihtiyaç kalmadı der gibi sessizce çekip gitti??. Daha yetmişli yıllarda yünümüzden kilimlerimize kadar her şey pınarda yıkanır, tokuçla temizlenirdi. Bu temizlik operasyonu kıştan çıkınca baharın; bir de yayladan dönünce güzün daha yoğun olurdu. Şehrin her tarafından analarının yanında binara gelen çocuklar için bir panayır adeta festival yeri olurdu. Tabi her zaman efelik ve ev sahipliği Çetmi ve Pınarbaşının çocuklarının olurdu. Tabi o saatlerde Hacıömerli ve Pınarbaşılı gençlerin Ali Tepe'nin böğründe yıllardır süren sapandaşı savaşları yoksa?. Hatırladığım kadarıyla karşı gruplar kayaların arkasına saklanırlar, dolayısıyla pek sapandaşı gazisi olmazdı. Daha o zamanlar adı bile yokken, ne adrenalindi be! Gerçi o zamandan mı kalma bilmiyorum ama memlekette bazıları birbirine "kırık" tabirini hala kullanıyorlar. Bu kelimede hakikaten bizim memlekette yaygın??. Hele iki ablamızın binarda karşılıklı sırayla tokuç sallaması, hala kulağımızda bir musiki gibi taptaze durmakta. Yine ablaların pınarın oluşturduğu adacıkta sarmaları, dolmaları çarşı ekmeğiyle zeytin ve peynirden oluşan sofrayı sermeleri işin en lezzetli tarafıydı herhâlde. Annelerin görüntüsü biraz tabii olarak müsait olmadığı için,o mahrem bölgeye kasketli emmiler hürmeten pek yanaşmazlardı. O zamanlar at arabacılar, hala haremağası gibi görüldüğünden yükünü hemen yıkar, dönüş randevusunu alır-almaz tezelden çarşının yolunu tutarlardı. Ne hikmetse hanımlar binara at araba tutarken herkese:"hısııım!" diye hitabeden babacan tavırlarıyla bilinen Topal Mustafa'yı tercih ederlerdi. Bu arada kına gecelerinden sonra pınar, yeni tanışmaların ve görücülerin buluştuğu bir yerdi. O zamanlar kızlar, "Şimdiki kızlar kendisi bulur kocayı" türküsünü en azından içinden söylerlerdi. Yeri gelmişken dostlar!
 Doktora çalışmamız esnasında (1993-1997), Ankara Türk Tarih Kurumu kütüphanesi yazmalar bölümünde dönemin Mevlana Müzesi müdürü Yusuf Akyurt (1926-1941) bir topal eşek ve bir kamera ile çıktığı gezisinde Karapınar'a gelir. Yusuf müdürün Konya Mevlana müzesinden emekliliği 1941'dir. Demek ki bu fotoğraflar, 1941'den önceki bir yılda çekilmiştir. O halde Sultan Selim Camii'nin kapısındaki tokanın çalınması yaklaşık bu yıldan sonra olmalıdır. Hazret uğradığı tarihi mekânların fotoğraflarını çeker. Eserin adı: "Aksaray ve Civarı Mebanisi ve Kitabeleri"dir. Ve eser şu sıralar yayına hazırlanmaktadır. Fotoğrafları beyaz bir harita metod defterine yapıştırıp, altlarına notlar yazar. O fotoğraflar arasında en dikkatimizi çeken, bizim kuşağımızın hatırlayacağı gibi halk arasında çalındığı söylenilegelen Sultan Selim Camii'inin dış kapısındaki son derece süslü kapı tokmağının siyah-beyaz fotoğrafıdır. Hadi varmısınız siz de destek olun, mahalli basın ele alsın, kütüphanedeki fotoğraf ve bilgileri rapor edelim ve bu tarihi emanetimizi aramaya başlayalım. Bir sonraki safhada da ulusal basın devreye girsin. Muhtemelen dünyanın herhangi bir yerinde -özel bir koleksiyonda değilse-kim bilir hangi müzenin vitrinini süslüyordur. Bizim bir üst kuşağımız amcalarımız ve dedelerimiz olay yılını mutlaka hatırlayacaktır. Fotoğrafın çekildiği veya o eserin yazıldığı tarih esas alınırsa, sonuca doğru bir adım daha yaklaşılmış olur. Nasıl fikir ama??
Neticede: Dostlar! Şehirde yaşamakla bir şehri yaşamak çoook çok ayrı şeylerdir. Ne demiş şair:"Olmahiler ki derya içre, derya bilmezler." Ya Allah! Ya Bismillah! Ya Muin! 6 Kasım Cuma 2015/23 Muharrem 1437.BATMAN