Karapınar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün Mayıs 2009 tarihli bülteninde bir yazı okudum ve çok beğenmiştim. İnsanlarımıza faydalı olacağını düşünerek bu güzel ve anlamlı yazıyı siz kıymetli okuyucularımla da paylaşmak istedim.
ÜÇ İNSAN
Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.
Bir insan gelmiş, fıçının başına,
Karıncayı görmüş,
"Ne işin var senin burada?" demiş ve karıncayı ezmiş ve yok etmiş.
Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.
Bir insan gelmiş, fıçının başına,
Karıncayı görmüş,
"Kimseye zararın yok sevimli hayvan,
Haydi, fıçıda yaşamaya devam et", demiş.
Bir fıçının içine bir karınca düşmüş.
Bir insan gelmiş, fıçının başına,
Karıncayı görmüş,
Bir kaşık şeker serpmiş fıçının içine.
Bu üç insan kimdir?
Birincisinin adı ; BENCİL
İkincisinin adı   ; HOŞGÖRÜ
Üçüncü mü       ; O SEVGİ, işte!....
İŞTE SEVGİ'YE BİR ÖRNEK " DERVİŞ KAŞIKLARI"
Sevginin yalnızca sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? diye sordular bir bilgeye.
Bilge, büyük bir sofra hazırladı ve sevgiyi dillerinden eksik etmemelerine karşın, onu günlük yaşamlarında hiç kimseye göstermeyen kişileri yemeğe çağırdı. Sofrada herkes yerini aldıktan sonra, önlerine birer tas sıcak çorba, sonra da derviş kaşıkları denen, sapları bir metre uzunluğunda özel kaşıklar getirildi.
Ev sahibi konuklarına bu kaşıkları nasıl tutmaları gerektiğini söyledi. Herkes kaşığının ucundan tutmak zorunda kaldı.
Konuklar, uçlarından tuttukları bir metre uzunluğundaki kaşıkları güçlükle taslarına daldırıyorlar, fakat kaşıklarına çorba doldurup, ağızlarına götüremiyorlardı. Ağızlarına bir kaşık çorba koyabilmeyi beceremeyen konuklar, yemekten sonra kalktıklarında, karınlarını doyuramamışlar, kaşıklarından dökülen çorbalarla da sofrayı kirletmişlerdi.
Bilge, bir gün sonra ikinci bir yemek daveti verdi. Bu kez, Sevgiyi gerçekten bilen ve her gün sevgiyle yaşayan kişileri çağırdı. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen pırıl pırıl kişiler geldiler ve bu kez onlar sofrada yerlerini aldılar. Sofrada önlerine birer tas sıcak çorba ve sapları bir metre uzunluktaki derviş kaşıkları getirildi. Onlara da kaşıkları ancak, saplarının uçlarından tutabilecekleri kuralı söylendi.
Ev sahibi bilgenin buyurun, afiyet olsun sözünden sonra sofradaki herkes, önündeki kaşığın sapının ucundan tuttu ve herkes kaşığını, karşısındaki kişinin tasına daldırıp, kaşığına aldığı çorbayı, karşısındaki kişinin ağzına uzattı. Bu yöntemle herkes karnını doyurabildi. Konuklar sofradan kalktıklarında ise, sofranın üstünde dökülmüş tek damla çorba yoktu.
Sevginin yalnızca sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır sorusunu soranlara bu uygulamayla yanıt verdikten sonra bilge, bir de öğütte bulundu.
İşte dedi kim ki yaşam sofrasında yalnızca kendini görür ve yalnızca kendini doyurmayı düşünürse, o kişi aç kalacağını da bilmelidir. Ve kim ki başkalarını da düşünür ve o da kesinlikle doyurulacaktır. Çünkü yaşam denen bu Pazar, alan değil, veren kazançlıdır her zaman.
Bu yazıdan alınacak çok büyük dersler var. Ben de diyorum ki karıncayı dahi incitmeyelim, yıkıcı olmayalım, yapıcı olalım, içimizde sevgi olsun. Yunus Emre'nin dediği gibi " Gelin tanış olalım, işlerimizi kolay kılalım, sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz" diyor. Hz.Mevlana'da " Kitaptan önce kendimizi okumaya ve düzeltmeye çalışalım" diyor.
Bütün okuyucularıma sevgi ve saygılarımı sunarken, mutlu ve başarılı olmalarını diliyorum.