Dostlar milletçe geçen son 15 günü 1 Mayıs İşçi Bayramı gerginliği içerisinde geçirdik. Toplum olarak ne bizim tarihi kimliğimizle, ne de geleneksel yapımızla ne de inanç dünyamızla her hangi bir ilgisi olmayan 1 Mayıs Bayramı ne acıdır ki bir bayram olmaktan daha çok toplumumuz için bir kara gün olma özelliğini devam ettiriyor. Her 1 Mayıs toplum içerisinde gerilimlerin ve ayrılıkçı fitne hareketlerinin ortaya çıkması için zemin oluşturuyor. 
          Hâlbuki SSCB’de Kominizmin iktidarı ile başlayan ve onlara ait bir kazanım olan 1 Mayıs tarihin hiçbir aşamasında Türk Milleti tarafından kabul edilmedi ve içine de sindirilemedi. Ama ne var ki modern dünya ile uyumlu hareket etme safsatası yüzünden bu ülkede terör örgütlerinin her yıl bu vesile ile boy göstermelerine katlamak zorunda kalıyoruz. Artık Rusya’da bile seksenli yıllardan itibaren pabucu dama atılan Kominist ideoloji ne yazık ki ülkemizde kendisini savunabilecek taraftarlar bulabiliyor.
      Bu tarz ideolojiler, yani insan düşüncesine dayalı yaşam ve devlet modelleri zamanla tarihin çöplüğüne atılamaya mahkûmdurlar. İşte bundan dolayı Kominist taraftarlarda bu yok oluş süreçlerini kamufle edebilmek, varlıklarını ve güçlerini gösterebilmek adına 1 Mayısları bir gövde gösterisine dönüştürmeye çalışıyorlar.  
       Ben bir tarihçi olarak bu tarz ideolojilerin bahsettiğim nitelikte tepkiler ortaya koymalarına şaşırmıyorum. Çünkü bütün ideolojiler şiddeti ve terörü meşru bir tavır olarak tanımlarlar. Bunu da bir din haline getirdikleri Darwinist Evrimci anlayışa dayandırırlar. Onlara göre kâinat mücadele üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla büyük balığın küçük balığı yemesi, aslanın ormanda ceylanı avlaması tabiat kanunları gereği ne kadar normal bir şey ise insan soyunun da bir mücadele içerisinde bu sisteme dâhil olması o kadar normaldir. Nasıl ki büyük balığın ve aslanın davranışlarını ahlaki olarak sorgulamamız mümkün değilse, toplum içerisinde de şiddeti sorgulamamız doğru değildir. Sonuç itibariyle Darwinist anlayışa göre tüm canlılar aynı kökenden gelmektedir.  
        Dostlar, Allahsız, kitapsız ve ahiretsiz bu tarz ideolojik anlayışlar tarih boyunca hep toplum içerisinde şiddeti kutsamışlar ve canlı tutmaya çalışmışlardır. Şiddeti kendi düşüncelerinin hayatta kalabilmesinin tek ve yegâne yöntemi olarak algılamışlardır.
         İşte bundan dolayıdır ki bu tarz anlayışların her fırsatta olur olmaz her şeyi bahane ederek devletin yasal zeminine ve toplumsal değerlerimize meydan okumalarına şaşırmıyorum. 
           Ancak ne var ki şaşırdığım ve önemsediğim başka bir şey var. O da nasıl oluyor da bu çağda hala bu tarz ideolojiler Müslüman – Türk halkının bünyesinde hayat bulmaya devam edebiliyorlar? Nasıl oluyor da gençlerimiz hala bu tarz safsataların peşinde hayatını heder edebiliyorlar?
            Bir başka hayretler içerisinde kaldığım ve şaşırdığım şey de şu: Nasıl oluyor da bu ülkeyi yönetme iddiası içerinde olan bir siyasi parti bu marjinal gurupları arkasına, Müslüman- Türk Halkını da karşısına alarak devletin güçlerine karşı savaş açıyor? Halkın can ve mal emniyetini, devletin otoritesini korumaya çalışan emniyet güçlerimize hakaretler edip, onları canavarlıkla suçlayabiliyor? 
             Ben bu iki sorunun cevabını bulmakta zorlanıyorum. Ve milletim adına endişe duyuyorum. Bu nedenle de öncelikle anne ve babalar olarak kendimizi sonra da Milli Eğitim Bakanlığımızı gençliğimizi Müslüman-Türk halkının değerleri ile yetiştirme noktasında daha ciddi bir tavır içerisinde olmaya davet ediyorum.
 Ve tabi ki diğer taraftan, ülkemiz muhalefetini artık     bu ülkenin değerleri ile mücadele etmekten vaaz geçmesini, en azından toplumsalduyarlılıklarımıza biraz olsun saygı göstermesini telkin ediyorum. Bu gün bütün dünya tarihçilerinin ve sosyologlarının tartıştığı bir şey var ki oda artık dünyamızda ideolojik devlet anlayışlarının ömrün tamamladığı gerçeğidir. Siyasetle uğraşan ve iktidara aday olduğunu söyleyen siyasi örgütlerin bu gelişmelerden habersiz olmasını anlamak mümkün değildir.Önümüzdeki yüzyıl ideolojik olan değil, bilakis kendi tarihi mirasına sahiplenerek özgün değerleri üzerinden toplumsal örgütlenmelerini yapabilen devletlerin yüzyılı olacaktır. 
Aziz Türk Milleti’nin tarihi mirasının zenginliği çerçevesinde kendi değerler dünyasının birikimi ile kucaklaşarak bu yenidünyada hak ettiği yeri alacağına bütün kalbimle inanıyor, herkesi de bu mücadelede sorumluluk almaya davet ediyorum.